Dava Çeşitleri

Dava çeşitleri mahkemeden talep edilen hukuki korumaya göre sınıflandırıldığında tespit davası ve eda davası olarak iki grupta incelenir. Eda davası, belirsiz alacak davası ve kısmi dava olarak iki alt başlıkta incelenir.

Eda Davası

Eda davası Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 105.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

“Eda davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilir.”

Eda davası açıldığında bu dava iki kısımdan oluşur. İlk kısımda hakim olay ve iddialar hakkında tespitte bulunur. Bu tespit sonucunda eğer menfi tespite yönelik hüküm verilirse yani iddia edilen hususların somut olayda varlığı sonucuna ulaşılamazsa dava reddedilir. Diğer ihtimalde iddiaya konu hususların tespiti halinde ise ikinci kısım olan eda hükmü tesis edilir.

Uygulamada sıklıkla karşımıza çıkan bu dava, davacının davanın açılmasında hukuki yararının bulunması gereklidir.

A) Belirsiz Alacak Davası

Belirsiz alacak davası Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

“Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.”

Belirsiz alacak davasında talepte bulunan kişi talebinin konusu hakkında asgari olarak bir bilgiye sahip olmasına rağmen miktarın tamamını tam ve kesin olarak belirleyemeyebilir. Buna rağmen talepte bulunan kişi en başından asgari bir miktarı belirtmek zorundadır.

Buradaki miktarın tespit edilememesi durumu objektif bir mümkün olmama durumuna bağlıdır. Tarafın şahsından kaynaklanan miktarı tespit edememe durumu bu davanın açılmasına dayanak teşkil etmez.

Satış Sözleşmesinden Kaynaklanan Alacak Davası

B) Kısmi Dava

Kısmi dava Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

“Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”

Kısmi davanın açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gereklidir. Kısmi dava açıldığı yönünde kanaat uyandıracak ifadeler dilekçede belirtilmelidir.

Talep konusunun talep edilen kısım dışında geriye kalan kısmın bu davaya konu edilmemesi o kısımdan feragat edildiği anlamına gelmez. Feragat için bu iradenin açıkça belirtilmesi gereklidir.

Tespit Davası

Tespit davası Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

“Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.

Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.

Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.”

Bu dava ile hukuki ilişkinin yahut hakkın varlığı veya yokluğu tespit edilir. Bu dava sonucunda herhangi bir eda hükmü verilmez. Hakim yalnızca talepte bulunulan hususla ilgili bir tespit hükmü verir.

Tespit davası sonunda verilen hüküm ilamlı icraya konu olmaz ancak dava sonunda verilen hüküm kesin hüküm niteliğini haizdir.

Tespit davası menfi ve müspet davası olarak ikiye ayrılır.

Menfi Tespit Davası: İddia edilen hukuki ilişkinin var olmadığına yönelik olumsuz nitelikte bir tespit davasıdır. 

Müspet Tespit Davası: İddia edilen hukuki ilişkinin var olduğuna ilişkin olumlu nitelikte bir tespit davasıdır.

Yargıtay Kararları

22. Hukuk Dairesi         2017/9598 E.  ,  2018/1867 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş)Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : KURUM İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMLİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı … vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı isteminin özeti:
Davacı, davalılardan asıl işveren …’na bağlı çocuk yuvasında değişen alt işverenler nezdinde 15/06/2007 tarihinden itibaren bakıcı anne olarak çalıştığını, iş akdinin 11/03/2014 tarihinde haksız ve bildirimsiz olarak son verildiğini, işsizlik ödeneğinden yararlanmak üzere Gaziantep İş Kurumu’na süresinde başvuru yaptığında davalı alt işveren … Temizlik Ltd. Şti. tarafından işten çıkış nedeninin istifa olarak gösterildiğini, bu nedenle işsizlik ödeneğinden yararlanamayacağının bildirildiğini beyanla, işten ayrılış nedeneinin istifa olmadığının ve işsizlik ödeneği bağlanması gerektiğinin tespiti ile davalı yasal hasım … tarafından 300 gün (10 ay) süre ile yasal faizi ile birlikte işsizlik ödeneği ödenmesine karar verilmesini, talep ve dava etmiştir.
Davalı cevabının özeti:
Davalı …;husumet ve yetki itirazında bulunarak, davacının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davasının reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü vekili; açılan davayı kabul etmediklerini, haksiz ve mesnetsiz iddialarla açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
Davacının talebi, iş akdinin istifa suretiyle sona ermediğinin ve işsizlik ödeneğinden yararlanması gerektiğinin tespiti ve 10 ay süreyle işsizlik ödeneğinin ödenmesine karar verilmesine yönelik olarak açılmıştır. HMK 106. maddesindeki düzenleme gereğince, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında tespit davası açılması için hukuken korunmaya değer bir menfaatin bulunması gerekmektedir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re’sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir.
Somut olayda; davacının asıl istemi 10 aylık işsizlik ödeneğinin ödenmesi olmakla, talebinin eda davasına konu edilebileceği açıktır. Ancak, ortada miktar belirtilerek ve harcı yatırılarak usulüne uygun şekilde açılmış bir eda davası bulunmamakta olup, davanın HMK 106. maddesi gereğince usulden reddi gerekirken kabulüne karar verilmiş olması hatalı bulunup, bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, 06.02.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

11. Hukuk Dairesi         2018/816 E.  ,  2019/2725 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ


TÜRK MİLLETİ ADINA


Taraflar arasında görülen davada Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 27/10/2016 tarih ve 2015/972-2016/1108 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı vekili ve katılma yoluyla davacılar vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin vefatı üzerine davalı bankaya başvurarak murislerine ait hesaplara ilişkin ayrıntılı bilgi istemlerinin reddedildiğini ileri sürerek, murisin kapanmış hesabı olup olmadığının, varsa bu hesaplarının açılışından kapandığı tarihe kadar ayrıntılı hesap dökümünün verilmesini, hesabın kim tarafından ve nasıl bir işlemle kapandığının, kapanmış olan veya halen açık olan hesaplarında vekaletname kullanıldı ise vekaletname veya vekaletnamenin bir fotokopisinin verilmesini ve vekaletnameyle yapılan işlemlerin bildirilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, talep edilen belgelerin “müşteri sırrı”olduğunu, mirasçılar tarafından verilen vekaletnamede “Muris …”den intikal eden hesaplar hakkında bilgi talep etme”hususunda bir yetkinin bulunmadığını ileri sürerek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda; muris … mirasçısı davacılar dışındaki diğer mirasçı …’ın davaya dahil edildiği ve davacı vekili tarafından Bursa 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/773 esas sayılı dosyası ile terekeye temsilci atanması talebi ile dava açıldığı, ancak 27/10/2016 tarihli duruşmada … vekilinin vekaletname ile birlikte davaya muvafakat ettiklerini beyan ettiği gerekçesiyle, açılan davanın kabulü ile, davacıların murisi …’in ölüm tarihi ve dava tarihi itibariyle davalı …Ş…Şubesinde mevcut olan hesaplarının kapatıldığı ve herhangi bir açık hesabının bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili ile katılma yoluyla davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dava, davacıların murisine ait hesaba ilişkin belgelerin müracaata rağmen davalı tarafından verilmemesi nedeniyle, hesap özetleri ile hesapta kullanılan varsa vekaletnamenin birer suretinin davalı bankadan alınarak kendilerine verilmesi istemine ilişkin olup, mahkemece, davacıların murisine ait davalı banka nezdinde bulunan hesapların kapatıldığı ve herhangi bir açık hesabın bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Davacılar, dava dilekçesinde tespit davası değil eda davası açtıklarını belirtmiş olmalarına rağmen, mahkemece davacıların talebi gözardı edilerek ve talep aşılmak suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır. Ayrıca davacıların talebi, ileride açılabilecek bir eda davasının delillerinin mahkemece önceden toplanarak kendisine verilmesine ilişkin olup, eda davasında tartışılacak delillerin, eldeki dava açılmadan, yine bir eda davası yoluyla davanın tarafına verilmesi talebi de hukuki yarar dava şartını karşılamamaktadır. Hukuki yarar ise, dava konusuna ilişkin dava şartlarından olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için davanın her aşamasında mevcut olması gerekir.
Bu durumda mahkemece, davacıların taleplerinin gerek tespit davasına gerekse eda davasına konu olamayacağı gözetilerek reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması yerinde olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 08/04/2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK 105 maddesinde “ Eda davası yoluyla mahkemeden, davalının bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkum edilmesinin talep edileceği” düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, 13.07.2012 tarihinde vefat eden muris … mirasçıları olan davacılar, müteveffa annelerinin davalı bankadaki hesaplarına ilişkin, açılış tarihinden itibaren hesap ekstrelerinin ve hesaplarda vekaletname ile işlem yapılmış ise vekaletname örneğinin verilmesini istemişlerdir.
Davacıların istemi, HMK 105 maddesinde düzenlenen Eda davası niteliğindedir.
Davacılar, murisin yaşlı ve hesapları ile ilgilenemeyecek durumda olması ve hesaplarda murislerinin bilgi ve rızası dışında kötü niyetli ve usulsuz işlemler yapılma olasılığının kuvvetle muhtemel olduğu iddiası ile eldeki davayı açmış olup, dosya içeriğine göre davacıların böyle bir eda davasını açmakta hukuki yararları bulunmaktadır.
Davacıların, müşteri sırrına ilişkin 5411 sayılı Bankacılık Kanununun ilgili hükümleri karşısında dava konusu bilgileri elde edebilmeleri için başkaca hukuki yolları da mevcut değildir. Davacılar ancak bu şekilde elde edecekleri bilgi ve belgeler ile, murisin bankadaki paraları ile ilgili yasal haklarını kullanabilecek veya kullanamayacaklardır.

Ancak davanın eda davası niteliğinde olmasına ve mahkemece edaya ilişkin hüküm kurulmasının gerekmesine rağmen talep dışına çıkılarak yazılı şekilde tespit hükmü kurulması usul ve yasa hükümlerine aykırıdır.
Davacıların eldeki eda davasını açmakta hukuki yararlarının bulunması nedeniyle edaya ilişkin hüküm tesis edilmek üzere yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davacıların hukuki yararlarının bulunmadığı nedeniyle davanın reddi gerektiğine ilişkin sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

9. Hukuk Dairesi         2016/26983 E.  ,  2017/703 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, davalı tarafın müvekkili uğrattığı kaybın tespiti ile bu zararların tazmini için şimdilik 5.000 TL’nin müvekkiline ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalının müvekkili firmada işçi sıfatıyla vardiya amiri olarak makine üretim sorumlusu olarak çalıştığını, çalıştığı dönem içinde işiyle ilgili gerekleri yerine getirmeyerek 31/05/2014 günü saat 05.12 sıralarında üretimde probleme neden olduğunu ve üretim makinesinde keçe ve elek kaybına, üretim kaybına, elektrik ve doğal gaz kaybına, işçilik kaybına sebep olduğunu, bu kaybın nedeninin de davalının sorumlusu olduğu makineyle ilgili yanlış maddeleri kullanmış olması, gerekli kontrolleri yapmamış olması ve iş yerini habersizce terk ettiğini ileri sürerek, davalı tarafın müvekkili uğrattığı kaybın tespiti ile bu zararların tazmini için şimdilik 5000 TL’ nin müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı cevap dilekçesinde özetle; davacı şirket ile 2 ayı iki taraf için de deneme süresi olmak üzere 12 aylık sözleşme yaptığını, sözleşmenin başlangıç tarihinin 01/05/2014 tarihi olduğunu, 02/06/2014 Pazartesi sabahı işe başlama saati olan 08.00 da iş yerine gelip deneme süresinde iş yerindeki çalışma ortamından memnun olmadığından istifa dilekçesini personel sorumlusuna vererek iş yerinden ayrıldığını, iş yerinden ayrıldıktan uzunca bir zaman geçmesine rağmen kendilerine verdiği banka hesabına maaşının yatırılmadığını, maaşının tahsili için … 4.İcra Dairesine dava açtığını, takibe itiraz edildiğini ve … 3.İş Mahkemesinin 2014/478 E sayılı dosyası ile dava açıldığını, kendilerinden 5.507,52 TL alacağı olduğunu, bunu vermemek için kendisine 5000 TL lik dava açıldığını, olayda kusuru bulunmadığını savunarak,davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece toplanan deliller, tanık beyanları, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamının değerlendirilmesinde; davacı işçinin açıkça davanın belirsiz alacak davası türünde açıldığını belirttiğini, davacının çalışma süresini, kendisine en son ödenen aylık ücret miktarını, tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri belirleyebilecek durumda olduğunu, taraflar arasında tazminat alacaklarına hak kazanıp kazanmama noktalarında var olan uyuşmazlık da söz konusu tazminat alacaklarının belirsiz alacak haline getirmediğinden dava konusu zarar tespiti ve tahsiline ilişkin alacağın gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği dikkate alınarak, hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilerek hüküm kurulmuştur.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Davaya konu işçilik alacalarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Belirsiz alacak davası 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile öngörülen ve alacaklıya bazı avantajlar sağlayan yeni bir dava türüdür. Sözü edilen hükme göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Şu hale göre davanın açıldığı tarihte alacak miktarının belirlenmesi imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir. Öte yandan alacaklı tarafından alacağın miktar veya değerinin tam olarak belirlenmesi beklenemez ise yine belirsiz alacak davası açılabilir.
Belirsiz alacak davasını düzenleyen HMK’nun 107. maddesinin gerekçesinde, birçok kez hak arama özgürlüğüne vurgu yapılmıştır. Yine alacaklının hukuki ilişkiyi, muhatabını ve talep edebileceği asgari tutarı bilmesine rağmen “alacağın tamamını tam olarak”tespit edemeyecek durumda olması da davanın nedenleri arasında sayılmıştır. Bu itibarla belirsiz alacak davasıyla ilgili yoruma gidildiğinde, alacaklının hak arama özgürlüğünün değerlendirilmesi gerekir. Bunun aksine ilgili hükmün, alacaklının hakkına ulaşmasını kısıtlayan şekilde ele alınması doğru olmaz.
Dava konusu alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir. Karşılaştırmalı hukukta geçerli olan bu kriter 107. maddenin 2. fıkrasının başlangıcında “karşı tarafın vereceği bilgi sonucu” yargılama sırasında belirlenme olarak kabul edilmiştir.
Konuyu iş mevzuatı açısından ele aldığımızda, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3, 8, 22, 28, 32, 37, 67. maddelerinde işverene çalışan her bir işçi yönünden kayıt tutma ve işçiye belge verme yükümlülüğü getirildiği görülmektedir. Bütün yasal yükümlülüklere uyan işveren bakımından kural olarak işçi alacaklarının belirsiz olduğundan söz edilemeyecektir. Zira işçinin çalışma süresinin tam olarak kayda geçirildiği, iş sözleşmesi ile ücreti, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlendiği, işçiye her ay ücret hesap pusulası verildiği, günlük ve haftalık iş sürelerinin işçiye önceden bildirildiği, işçinin yaptığı olağanüstü çalışmalar için kendisine belge verildiği durumlarda, işçinin bir çok alacağı belirli ya da belirlenebilir durumdadır. Sadece hakimin taktirine kalan bazı alacaklar bakımından yine de başlangıçta bir belirsizlikten söz edilebilecektir.
İşçilik alacaklarının hesabı genelde iki kritere tabidir. İşçinin işyerinde geçen çalışma süresi ve ücreti ile ekleri bilindiğinde işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Bu yüzden özellikle kamu kurumlarında işçinin çalışmalarının tam olarak Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmesi ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçinin ücreti ile eklerinin toplu iş sözleşmesinde yer alması sebebiyle işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Yine de hakimin taktir alanına giren manevi tazminat, taktiri indirime tabi fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, bayram ve genel tatil ücreti, cezai şart, sözleşmenin kalan süresine ait ücret gibi alacakların başlangıçta tam olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün değildir. Nitekim 107. maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde de, alacaklının “talep edebileceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağın tamamını tam olarak tespit”edememesi halinde belirsiz alacak davası açılabileceği ifade edilmiştir.
Gerekçede örnek olarak “keşif ve bilirkişi raporu” ile alacağın miktarının tespit olunmasından söz edilmiştir ki, iş yargısında bilirkişi hesap raporu alınması çok yaygın bir uygulamadır.Yine 107. maddenin 2. fıkrasında “karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu” alacak miktarının belirlenmesinden söz edilmiştir ki, yukarıda sözü edilen yasal yükümlülükler sebebiyle işçiye çalışırken belge vermekle yükümlü olan işveren bunu yerine getirmediğinde, işçinin alacağın miktarını tam olarak belirlemesini beklemek doğru olmaz.
Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğer objektif iki unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini objektif olarak imkansız olması halinde belirsiz alacak davası açılabilecektir. Örneğin iş kazası geçiren işçinin açacağı davada işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında belirlenmesi imkansızdır.
Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlemesinin alacaklıdan beklenememesidir. İşçinin yasal hakları ödenmeksizin işten çıkarıldığı bir durumda yukarıda belirtilen masraflara ek olarak uzman hesap raporu aldırarak olası işçilik alacaklarını belirlemesi de hak arama özgürlüğü önünde engel olarak değerlendirilebilir.
Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğini davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.
İşyerinde sendikasız çalışan ve yasal işçilik alacakları konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olması beklenmeyen bir işçinin, alacakları doğru şekilde adlandırması dahi mümkün olmazken doğru hesap yöntemiyle birlikte ve tam olarak belirlemesi mümkün görülmemelidir. Ancak işyerinde hukuk müşaviri, personel uzmanı, muhasebe müdürü gibi konumda çalışan bir işçi bakımından aynı sonuca varmak mümkün olmayacaktır.
Belirsiz alacak davası hukuk sistemimize girmeden önce icra inkar tazminatına hak kazanma yönünden likit (belirli) olma kriteri içtihat olarak kabul edilmiştir. Bu kriterin, alacağın belirli olup olmamasında da dikkate alınabileceği Yargıtay tarafından kabul edilmiştir. Yargıtaya göre; “Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için ise; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez”(HGK. 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 E, 2010/397 K, HGK, Y.HGK. 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K).
Genel mahiyette bu açıklamalardan sonra işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olmayacağı noktasında Dairemizce belirlenen kriterler aşağıdaki gibidir;
Kıdem tazminatı hesabı için, işçinin çalıştığı süre, fasılalı çalışma olup olmadığı, bu süre içinde ihbar önelini altı hafta aşan istirahat raporu alınıp alınmadığı, ücretsiz izin uygulaması olup olmadığı, grevde geçen sürenin varlığı, işçinin son ücreti, ücretin eki niteliğindeki ödemelerin son bir yıllık toplamı, işçiye sağlanan ayni hakların parasal değeri ve son bir yıllık ortalaması, ücretin eki mahiyetindeki ödemelerin devamlılık arz edip etmediği gibi konuların net olarak bilinebilmesi gerekir. Bu yüzden işçinin hesabın unsurlarına dair sözü edilen bir veya birkaç konuda belirsizlik halinde kıdem tazminatının başlangıçta tam olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün olamaz. HMK’nun 107. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere alacaklının “alacağının tamamını tam olarak” tespiti mümkün değildir. Bu nedenle hesabın unsurlarındaki tartışma ve belirsizlik, alacağın da belirsiz olması sonucunu doğurur. Ancak ücret ve eklerine dair tartışma kıdem tazminatı tavan sınırlaması sebebiyle sonuca etkili değilse, kıdem tazminatının belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği düşünülmelidir.
İhbar tazminatı hesabı noktasında kıdem tazminat için sözü edilen tavan sınırlaması hariç, hemen hemen aynı verilere ihtiyaç vardır. İşçinin çalışma süresindeki tartışmanın ihbar süresine dair dilimi etkilemesi veya işçinin ücreti ve eklerindeki herhangi bir tartışma halinde ihbar tazminatı hesabı da belirsizdir.
İşçinin ücretini ve çalışma süresini bilmesi gerektiği varsayımı ile ihbar ve kıdem tazminatının her durumda belirli olduğunu söylemek isabetli bir yaklaşım olmaz. Çalışma
süresine ve ücreti ile eklerine dair yasal yükümlülüğe rağmen işverence belge verilmemiş bir işçinin, işverende mevcut işyeri şahsi sicil dosyasına ulaşmadan ve işverence bilgi ve belge sunulmadan önce henüz dava açma aşamasında bu tür tazminatların tamamını ve tam olarak hesaplamasını beklemek ve bunu bir dava şartı olarak kabul etmek, hak arama özgürlüğünü zedeler. Bu konuda alınacak olan uzman raporu da hesap noktasında aynı belge eksiklikleri sebebiyle yeterli olmayacağı gibi, iş sözleşmesi yasal hakları ödenmeksizin feshedilen işçiden dava öncesinde alacaklarını belirleyebilmek için hesap raporu almak yönünde bir masraf yapmasını beklemek de doğru olmaz.
Yıllık izin ücreti hesabının unsurları, işçinin çalışma süresi ve ücretin miktarıdır. İşverence yasal düzenlemelere rağmen bu yönlerden belge düzenleme ve işçiye verme yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olması halinde işçinin yıllık izin ücretini dava öncesinde tam olarak belirlemesi mümkün olmayabilir. Bu açıdan çalışma süresi ve ücretin tartışmalı olması durumunda yıllık izin ücreti belirsiz alacak davasına konu edilebilir. Ancak çalışma süresi ve ücretin işçiye verilmiş veya ulaşabileceği belge ve kayıtlarla kesin olarak saptanabildiği hallerde yıllık izin ücretinin belirli olduğu ve belirsiz alacak davasına konu olamayacağı söylenebilecektir.
Fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil çalışmaları karşılığı ücretler için ise çalışmaların tamamının puantaj kayıtlarına dayandırıldığı istisnai durumlar dışında hakimin taktiri indirimi söz konusu olduğundan,alacakların, davanın açıldığı aşamada tam olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu itibarla sözü edilen alacakların belirsiz alacak davasına konu edilebileceği ilke olarak kabul edilmektedir.
Hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak alacak miktarı veya değerinin belirlenmesi halinde alacak belirsizdir (Yargıtay 9.HD.27.02.2012 gün ve 2012/1757 E.2012/5742 K. ).
Dairemizin kısmi dava ile ilgili verdiği bu ölçütleri kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K sayılı kararında “İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru olmayacağını, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesinin daha doğru olacağını” açıkça belirmiştir.
Aynı dava dilekçesinde birden fazla işçilik alacaklarının talep edildiği durumlarda davaların yığılmasından söz edilir ki, alacağın belirli olup olmadığı her bir alacak kalemi bakımından somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 gün, 2012/ 9-838 E, 2012/ 715 K sayılı kararı da bu yöndedir.
Davaya konu işçilik alacaklarının bir kısmının ya da bazılarının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı belirlendiği taktirde, hakim hemen davayı reddetmemeli, HMK.’nun 115/2 maddesi uyarınca eksikliği tamamlaması yani alacağını belirleyerek buna göre talepte bulunması için davacıya kesin süre vermeli, gereğinin yerine getirilmemesi halinde dava şartı eksikliğinden dava reddedilmelidir. Dairemiz kararları ile Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin kararları bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 26.01.2014 gün, 2014/1962 E, 2014/6034 K. ; Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün ve 2012/1757 E, 2012/5742 K. ; Yargıtay 19. HD. 16.01.2014 gün, 2013/ 17491 E, 2014/ 1332 K. Yargıtay 19. HD, 16.01.2014 gün, 2013/ 17366 E, 2014/ 1329 K.).
Alacağın belirsiz olması halinde alacaklı, belirsiz alacak davası açabileceği gibi kısmi dava olarak da alacağın tahsilini talep edebilir.
Dava dilekçesinde alacağın belirsiz olduğundan söz edilmiş olsa da, kısmi dava açıldığının ifade edilmesi halinde davanın türünün kısmi dava olarak kabulü gerekir. Zira alacak belirsiz ise kısmi dava yoluyla alacağın istenmesine engel bir durum yoktur. Bu ihtimalde kısmi dava ancak talep edilen kısım itibarıyla zamanaşımını keser. Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslah veya ek dava ile talep edildiğinde arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural olarak- talep tarihidir. Bu nedenle davanın türünün belirsiz alacak davası veya kısmi dava oluşunun sonuçları farklı olup, tereddüt halinde hakim tarafından bu husus davacıya açıklatılmalı ve davanın türü ön inceleme tutanağına yazılarak tahkikat aşamasına geçilmelidir.
Belirsiz alacak davası ise mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00 TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00 TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.
Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 107/2. maddeye göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.
HMK’nun 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.
HMK 107. maddesinin gerekçesine göre belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.
Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00 TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından söz edilir. Zira alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.
Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.
Somut uyuşmazlıkta davacının açmış olduğu dava davalının iş yerine verdiği zarar iddiasına dayalı kısmi dava olup, mahkemece davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi hatalıdır. Kaldı ki; davalının kusuru ve işverene verdiği zarar miktarı yargılama sırasında ortaya çıkacağından belirli bir alacaktan da söz edilemeyeceğinden davanın kısmi dava olarak açıldığı gözetilmeksizin belirsiz alacak davası olarak açıldığından hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi hatalı olup kararın bozulmasını gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı sair temyiz itirazları incelenmeksizin BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 24.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

22. Hukuk Dairesi         2019/8767 E.  ,  2019/23285 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : TESPİT



Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin … Belediyesinde çalışmakta iken 6111 sayılı yasa ile ihtiyaç fazlası işçi olarak …/… Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandığını, müvekkilinin … Belediyesinde iken 01/03/2011-28/02/2013 tarihleri arasında toplu iş sözleşmesi geçerli olduğunu, müvekkilinin bu toplu iş sözleşmesinin uygulanma süresi içinde davalı tarafa atandığını, müvekkilinin tüm hak ve alacakları ile özlük hakları ile birlikte geçiş yaptığını, 6111 sayılı yasa ile haklarının koruma altına alındığını, atandığı dönemde yürürlükte bulunan Toplu İş Sözleşmesi 40. maddesine göre gündelik ücrete ilişkin yanı işveren bağlı işyerlerinde geçirmiş olduğu her yıl için 16 kuruş kıdemlilik zammı ekleneceği hükmünün bulunduğunu, bu nedenle müvekkilinin toplu iş sözleşmesi süresi içinde davalı nezdinde çalıştığı süre için kıdem zammı uygulanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının taleplerinin dayanaksız haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davacının iddia ettiği kıdemlilik zammının maaşa yansıtıldığını, dava konusu oluşmadığından davanın reddi gerektiğini, davacının söz konusu kıdem zammı 2,52 TL olup bu miktarın üzerinde bir ücreti hak edişi bulunmadığını, davacının dayanağının Toplu İş Sözleşmesi 40. maddesi olduğunu, davacının iddiasını ispatla mükellef olduğunu, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, mahkemenin görevli olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk Derece Mahkemesince, davacının dava konusu yaptığı tespit talebi bakımından dava açmasında hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İstinaf başvurusu:
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:
Bölge adliye mahkemesince, davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile HMK 353/1-b-2 ve 355. Maddeleri gereğince ilk derece Mahkemesi KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA ve istinaf talebi kısmen kabul edilse de ilk derece Mahkemesi kararı tamamen ortadan kalkmakla ilk derece Mahkemesi hükmü yerine geçmek üzere; Davacının Belediye İş Sendikası ile Kozluk Belediye Başkanlığı arasında bağıtlanan ve 01.03.2011-28.02.2013 yürürlük süreli TİS’nin 40. Maddesinde bahsi geçen Kıdem Zammı düzenlemesinden 04.11.2011-01.07.2012 tarihler ile sınırlı olmak kaydı ile yararlandırılması gerektiğinin TESPİTİNE, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmiştir.
Temyiz başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
Dava açılmasında hukuki yarar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114. bir dava şartı olarak düzenlenmiştir.
6100 sayılı Kanun 106. madde hükmüne göre Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
Tespit davasında, sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir.
Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, kanunla belirtilen istisnalar dışında bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının güncel bir hukuki yararının bulunması gerekir.
Davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde hukuki yararının varlığı için öncelikle davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel halihazır ve ciddi bir tehditle karşı karşıya olması gerekir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.
Belirtilmelidir ki, mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında; bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de, var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davasında ise sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, Diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu hükme bağlanır.
Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Tespit davasında; eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehditle karşı karşıya olması gerekir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.02.2012 gün ve 2011/10-642 E., 2012/38 K. sayılı kararı).
Bu doğrultuda, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup, cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Davacının tespit davası ile istediği hukuki koruma diğer dava çeşitlerinden birisi ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. Bu şartların bulunmaması halinde tespit davası dinlenmez, davanın usulden (dava şartı yokluğundan) reddi gerekir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.05.2013 gün ve 2013/22-561 E., 2013/733 K. ile 12.06.2013 gün ve 2013/8-1013 E., 2013/816 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Dava açılmasında hukuki yarar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. bir dava şartı olarak düzenlenmiştir.
Somut olayda, davacının Belediye İş Sendikası ile … Belediye Başkanlığı arasında bağıtlanan ve 01.03.2011-28.02.2013 yürürlük süreli Toplu İş Sözleşmesinin 40. Maddesinde bahsi geçen Kıdem Zammı düzenlemesinden 04.11.2011-01.07.2012 tarihler ile sınırlı olmak kaydı ile yararlandırılması gerektiğinin tespitine ilişkin talebinin eda davasına konu edilebileceği, eda davası açılmadan sadece tespit istenmesinde güncel ve hukuki bir yararın bulunmadığı anlaşılmakla davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 12.12.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir