Manevi Tazminat Davası

Manevi tazminat davasında zarar gören kişi manevi yönden veya kişilik hakları yönünden zarara uğramıştır. Zarar gören kişi zararı veren kişiden bu yönde talepte bulunur. Türk Borçlar Kanunu m.58’de “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” Denilmek suretiyle bu husus düzenlenmiştir.

Manevi Tazminat Davasının Şartları

Manevi tazminat davasının açılabilmesi için birtakım şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartları sıralarsak; öncelikle kişinin hakkına yönelik hukuka aykırı bir saldırıda bulunulmuş olmalıdır. Kişilik hakkı saldırıya uğrayan kişi aynı zamanda zarar gören kişi olmalıdır. Manevi zarar oluşmalıdır. Manevi zarar ile hukuka aykırı saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hukuka aykırı saldırıda bulunan kişinin kusurunun bulunması gerekmektedir.

Manevi Tazminat Davasında Tazminat Miktarının Belirlenmesi

Bu hususta açık bir kanuni düzenleme bulunmamakla birlikte Yargıtay uygulamasında hakim önüne gelene uyuşmazlıkta manevi tazminat miktarını belirlerken

-somut olayın özelliğini,

-zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu,

-genel ekonomik durumu ,

-varsa maluliyet oranını,

-varsa beden gücü kaybı sebebiyle duyulan ve duyulması muhtemel elem ve ızdırabı gözetmesi gerektiğine değinmiştir.

Manevi Tazminat Davasında Zamanaşımı

Zamanaşımı süreleri her olayın niteliğine göre farklılık göstermektedir. Manevi tazminat uygulaması çok geniş bir hukuki kurum olduğundan somut olay bazında değerlendirme yapmak gerekmektedir. Zamanaşımı hususunda bazı kriterler şöyledir;

Tazminat davasına konu olan fiil eğer suç oluşturuyorsa, bu fiil için ceza kanununda belirtilen dava zamanaşımı süresi, manevi tazminat davası için dava açma süresi olur.Haksız fiillerde manevi tazminat için dava zamanaşımı süresi, fiilin ya da failin öğrenildiği andan itibaren iki yıl, her halde on yıldır.Boşanma davasında manevi tazminat dava zamanaşımı süresi bir yıldır. Trafik kazalarından kaynaklanan manevi tazminat için dava zamanaşımı süresi, fiilin ya da failin öğrenildiği andan itibaren iki yıl, her halde on yıldır.

Manevi Tazminat Davasının Türleri

Manevi tazminat davaları aşağıdaki sebeplerden doğabilir. Bu türler sınırlı değildir

Boşanmalardan doğan, hakaretten doğan, beden ve ruh sağlığının bozulması sebebinden, kişilik haklarına saldırı nedeniyle, kişilik haklarına basın ve yayınla saldırı nedeniyle, nişandan ayrılmadan doğan haklar nedeniyle, babalık davasından oluşan haklar nedeniyle oluşan tazminatlar olmak üzere uygulamada karşımıza çıkmaktadır.

Manevi Tazminat Davasının Reddi Halinde Vekalet Ücreti

Yargıtay kararıyla da sabit olduğu üzere manevi tazminat talebinin tamamının reddedilmesi durumunda maktu vekalet ücretine hükmedilir.

Yargıtay Kararları

22. Hukuk Dairesi         2018/567 E.  ,  2020/9618 K.


“İçtihat Metni”

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ: … 7. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ: ALACAK


Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketler grubu bünyesinde 07.07.2014 tarihinde inşaat mühendisi olarak çalışmaya başladığını, bu tarihten 28.01.2016 tarihine kadar aralıksız çalıştığını, üstlendiği şantiye şefliği görevleri sebebiyle iş ve işçi güvenliğinin sağlanması adına her zaman hem hukuki hem de cezai anlamda sorumluluk altında olduğunu, bu sorumluluğu karşısında 04.01.2016-16.01.2016 tarihleri arasında yıllık iznini kullandığı esnada 11.01.2016 ve 14.01.2016 tarihleri arasında toplamda 3 şantiyede imzalarının sahte bir şekilde atılması ve yazısının taklit edilmesi suretiyle sorumlu şantiye şefi olarak görevlendirildiğini öğrendiğini, sahte bir şekilde hazırlanmış belgelerle suç işleyerek müvekkilini şantiye şefi olarak görevlendiren davalı şirketler grubu tarafından, müvekkilin imzası ve rızası olmadan büyük bir risk altına sokulduğunu, durumu öğrenir öğrenmez İnşaat Mühendisleri Odası’na ve … Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirdiğini, 28.01.2016 tarihinde noterden ihtar çekerek hem imzasının ve yazısının taklidi sebebiyle hem de fazla çalışma ücretlerinin tarafına ödenmemesi sebebiyle iş akdini haklı olarak feshettiğini, müvekkilinin yoğun psikolojik baskı altında kalmasının, imzasının ve yazısının taklit edilmesi suretiyle suç işlenerek hukuki ve cezai risk altına sokulması nedeni ile davalı şirketler grubundan 250.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini, kararın İnşaat Mühendisleri Odası’na bildirilerek bültende yayınlanmasını talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davacının sübut bulmayan davasının reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı taraf vekili istinaf başvurunsunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi’nce davacı vekilinin istinaf başvurusunun; HMK 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
2016 – 2017 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ nin 10. maddesinin 3. fıkrası gereğince; davanın tamamı reddedildiğinden davalı taraf lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi hatalı olup bozma sebebi ise de, ne var ki bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca aşağıda belirtilen şekilde düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, temyiz olunan kararın hüküm fıkrasının 3 numaralı bendinde (tahsis şerhi ile düzeltilen ) bulunan “Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen kısım üzerinden hesaplanan 20.950,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesi,” rakam ve sözcüklerinin çıkarılarak yerine,
”Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca reddedilen kısım üzerinden hesaplanan 1.980,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,” rakam ve sözcüklerinin yazılmasına hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 16.07.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu         2017/1372 E.  ,  2018/1106 K.


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 20. (Kapanan Ümraniye 3.) Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.09.2012 gün ve 2004/95 E. 2012/551 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 26.12.2013 gün ve 2013/1940 E., 2013/20648 K. sayılı kararı ile,
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyiz itirazına gelince; dava, haksız şikayet nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, davacının daha önce davalının vekilliğini yaptığını, davalının, kendi verdiği ve vekalet ilişkisinin sona erdiğine dair ibranameye rağmen, onun kaybolduğunu zannederek; müvekkilinden şantaj yoluyla para istediği, müvekkilinden para alamayan davalının savcılığa ve baroya şikayette bulunduğunu ayrıca hukuk mahkemesinde tazminat davası açtığını, müvekilinin beraat ettiğini, davalının haksız şikayetleri ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek; manevi tazminat istemli eldeki bu davayı açmıştır.
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, şikayetin haksız olduğu gerekçesi ile manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminat ödetilmesini isteyebilir. Yargıç, manevi tazminatın tutarını belirlerken, saldırı oluşturan eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Tutarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşulların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde nesnel (objektif) olarak göstermelidir. Çünkü yasanın takdir hakkı verdiği durumlarda yargıcın, hukuk ve adalete uygun karar vereceği Medeni Yasa’nın 4. maddesinde belirtilmiştir. Takdir edilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Davaya konu olayda, olayın gelişimi, özellikle olay tarihi ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde, hüküm altına alınan manevi tazminat fazladır. Daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız şikâyet nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin bir dönem davalının avukatlığını yaptığını, davalı ile birlikte bir çok memurun işlerine son verilmesi nedeniyle Ümraniye Belediyesi aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davaları açtığını, bu davaların hepsini kazanarak işe iade kararları aldığını, bu kararların onanması hâlinde açılacak tam yargı davaları için hazırlık yaptıkları sırada davalı ile bürosunda görüştüğünü, bu sırada davalının başka avukata vekâletname vereceğini söyleyerek müvekkiline ibrayı da içeren vekalet ilişkisinin sona erdiğine dair bir yazı verdiğini, ancak müvekkilinin yanında sigortalı olarak çalışan avukatın ibranameyi fark etmeyerek davalı hakkındaki tam yargı davasını da diğer davalarla birlikte açtığını, durumu fark eden müvekkilinin davanın hataen açıldığını belgelemek istediğini ancak tüm aramalarına rağmen ibranameyi bulamadığını, davalıdan yeniden ibraname istemesi üzerine davalının müvekkilini tehdit ettiğini ve şantaj yaptığını, daha sonra davalının noter ihtarnamesi ile 6.000,00 TL vermediği takdirde hakkında yasal yollara gideceğini bildirdiğini, müvekkilinden para alamayan davalının savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturma izni verilmesi ve son soruşturmanın açılması aşamalarından sonra müvekkilinin ibranameyi bir başka dosya içinde bularak mahkemeye sunduğunu, davalının bu kez de imza inkârında bulunarak müvekkilinin sahtecilik suçundan cezalandırılmasını istediğini, Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan imza incelemesi sonucu ibranamedeki imzanın davalıya ait olduğunun belirlenmesi üzerine müvekkili hakkında beraat kararı verildiğini, davalı hakkında iftira suçundan suç duyurusunda bulunulduğunu, davalının ayrıca müvekkili hakkında İstanbul Barosuna da şikâyet dilekçesi verdiğini, Baro Yönetim Kurulunca hâlen ceza yargılamasının sonucu beklenmekte ise de, müvekkilinin şu an itibariyle hâlen kayıtlarda şikâyet edilen avukatlar arasında yer aldığını, davalının bununla da kalmayıp Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi – manevi tazminat davası açtığını, sonuç olarak davalının kendi verdiği ve vekâlet ilişkisini sona erdiğine dair ibranameye rağmen, müvekkilinin bulamamasından faydalanarak gerek cezai yönden, gerek baroya şikâyet, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle verdiği dilekçelerinde de kullandığı dil ve suçlamalarla müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek 15.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 23.12.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının dayandığı azilname ve ibranamenin tarihsiz olduğunu, müvekkilinin böyle bir belge imzaladığını hatırlamadığını, davacının mahkemeye sunulması için imzalattığı diğer belgelerle birlikte imzalatılmış olabileceğini düşündüğünü, ibranameden haberi olmadığından imza itirazında bulunduğunu, davasının geç açılması nedeniyle zarara uğrayan müvekkilinin anayasal şikâyet hakkını kullanarak yasal yollara başvurduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece davalının şikâyet ve dava hakkını haksız bir şekilde ve manevi tazminatı gerektirecek ağırlıkta kullandığı, manevi tazminat miktarının ise, tarafların sosyo-ekonomik durumları, davacının olaydan duyduğu elem ve rencide duygusu dikkate alınarak ve davalının yoğun kastı da gözetilerek ancak manevi tazminatın bir zenginleşme aracı olmayacağı, öte yandan davacının duyduğu acı ve elemi de bir nebze hafifletecek miktarla belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 6.000,00 TL manevi tazminatın baroya yazdığı şikâyet dilekçesinin tarihi olan 23.12.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece davalının şikâyetinin yıllarca vekilliğini yapan avukatına karşı olduğu, vekâlet ilişkisinin gerektirdiği ahde vefa ve geçmişin hukukuna saygının bir kenara bırakılarak sırf bir miktar para alabilmek için, karşı tarafı mesleğinden edebilecek, kamu hizmetlerinden yasaklanmasını gerektirebilecek bir iftira atıldığı, bu hususun her ne kadar kesinleşmemişse de ceza mahkemesi kararıyla vurgulandığı, davacı avukatın yıllarca disiplin soruşturmasına, ceza soruşturmasına muhatap olup sonunda da yargılandığı, hem mesleği hem istikbali söz konusu olduğundan çok etkilendiği ve endişelendiği, mesleki yönden de küçük düştüğü, itibar kaybına uğradığı, bu olayda 6.000,00 TL manevi tazminatın az olduğunun tartışılabileceği ancak kesinlikle çok olduğunun söylenemeyeceği belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davalının haksız şikâyet teşkil eden eylemi nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan davacı yararına takdir edilen manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde:
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
hükmü yer almaktadır.
Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise:
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
düzenlemesine yer verilmiştir.
Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58.) maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Görüldüğü üzere; BK’nın 49. (6098 sayılı TBK’nın 58.) maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.
Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. BK’nın 49. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır.
Manevi tazminat isteminin temelinde, davalının haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere haksız eylemin unsurları, hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunmasıdır.
Öte yandan, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 47. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği, 22.06.1966 tarih ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde, takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hâl ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Yine Borçlar Kanunu’nun 47. (Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesi hükmüne göre, hâkimin, özel hâlleri göz önünde tutarak, manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği tutar adalete uygun olmalıdır. Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut hâlde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davalının avukatı olan davacının, açtığı işe iade davasının davalı lehine sonuçlanmasından sonra, açılacak tam yargı davası için davalının başka avukata vekâletname vereceğini söyleyerek davacıya vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı verdiği, ancak davacının yanında sigortalı olarak çalışan avukatın ibranameyi fark etmeyerek davalı hakkındaki tam yargı davasını da diğer davalarla birlikte açtığı, durumu fark eden davacının davanın hataen açıldığını belgelemek istediği ancak bu sırada ibranameyi kaybettiği, bunun üzerine davalı tarafından davacıya noter aracılığıyla bir ihtarname gönderilerek mesleğinin gerektirdiği hassasiyeti göstermediği iddiasıyla 6.000,00 TL ödemediği takdirde davacı hakkında yasal yollara gideceğini, İstanbul Barosuna ve Cumhuriyet Savcılığına şikâyette bulunacağını bildirdiği, davacının herhangi bir ödeme yapmaması üzerine davalının İstanbul Barosuna ve Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi verdiği, ayrıca Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi – manevi tazminat istemiyle dava açtığı, davacı hakkında görevi ihmal suçundan açılan kamu davasında yargılama yapıldığı sırada davacının ibranameyi bir başka dosya içinde bularak mahkemeye sunduğu, davalının mahkemedeki beyanında ibranamenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını belirterek imza inkârında bulunduğu, Ağır Ceza Mahkemesince yaptırılan imza incelemesi sonucu ibranamedeki imzanın davalıya ait olduğunun belirlendiği, bunun üzerine davacının beraatine karar verildiği, beraat kararı ile birlikte davalı hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, açılan kamu davasının yargılaması sonucu davalının iftira suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, ancak temyiz aşamasında zamanaşımına uğradığı, davacı hakkında Baro Yönetim Kurulunca yapılan disiplin soruşturmasında ceza yargılamasının sonucunun beklendiği, davacının yıllarca İstanbul Barosu kayıtlarında şikâyet edilen avukatlar arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Hukuk mahkemesinde görülen tazminat davasının sonucunda ise ibraname alınmış olması nedeniyle davanın yanlışlıkla açılmasında avukatın ihmal ve kusurunun bulunmadığı, herhangi bir zarar oluşmadığı hâlde sehven dava açılmasından ve reddinden kazanç elde etmeye çalışmanın dürüstlük kuralına uygun düşmeyeceği gibi, kendi kusurundan doğan zararı talep etmenin yasaya uygun görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir.
Eldeki davada, davalının vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı vermiş olmasına rağmen, davacının ibranameyi kaybetmesi üzerine davacı hakkında gerek Cumhuriyet Savcılığına, gerek İstanbul Barosuna şikâyet dilekçeleri vermek, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle dava açmak suretiyle hak arama özgürlüğünün kötüye kullanıldığı, Anayasal şikâyet hakkının sınırlarının aşıldığı ve böylece davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bunun yanında davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına da bakıldığında olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim şekli, hakkındaki şikâyetler üzerine soruşturma ve dava sürecinde davacı tarafından yaşanan üzüntü ve endişe, mesleki ve kişisel itibar kaybı ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminatın miktarı makul olup, objektif ölçülere göre takdir edildiği ve fazla olmadığı kanaatine varılmıştır.
Hâl böyle olunca yerel mahkemenin davalının eyleminin ağırlığı ve meydana getirdiği sonuçlar itibariyle takdir edilen manevi tazminat miktarının çok olmadığı gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (371,36 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu         2008/13-364 E.  ,  2008/373 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 04/12/2007
NUMARASI : 2007/694-2007/736

Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 3.Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.12.2006 gün ve 2005/560-2006/723 sayılı kararın incelenmesi davalılardan ….İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 10.7.2007 gün ve 2007/5891-9945 sayılı ilamı ile, (…Davacı, cep telefonu abonesi olduğunu, ödemiş olduğu Ocak 2005 ayına ait 36.50 YTL’lik fatura bedelinin ödenmediği iddiası ile …..Hizmetler A.Ş tarafından telefonunun kapatıldığını, belgeli itirazlarına rağmen konuşmaya açılmadığını, kendisinin ticaretle uğraşıp işlerini cep telefonuyla takip ettiğini, zarara uğradığını ileri sürerek, 6.000,00 YTL manevi tazminatın faizi ile ödetilmesini talep etmiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı …. İletişim Hizmetleri A.Ş hakkındaki davanın reddine, 3.000,00 YTL manevi tazminatın davalı ….A.Ş’den tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacının, süresinde ödediği cep telefonunun Ocak 2005 fatura bedelinin ödenmediğinden bahisle, davacının tüm itirazlarına rağmen davalı …A.Ş tarafından görüşmeye kapatıldığı hususu tüm dosya münderecatından anlaşıldığı gibi taraflar arasında da ihtilafsızdır. Mahkemenin kabulünde belirtildiği gibi, bu olay nedeniyle davacının şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğradığı hususu da tartışmasızdır. Hakim, B.K. 49/2 maddesi gereği manevi tazminatın miktarını tayin ederken tarafların sıfatını işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate alarak tesbit edecektir. Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde hakkaniyet gözetilmelidir. Çünkü, kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nesafetle hüküm vereceği M.K. 4. maddesinde belirtilmiştir. Ödettirilecek para miktarı tazminat ve ceza değildir. Çünkü, mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi davalının hukuka aykırı fiilinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Manevi tazminat, zarara uğrayanda bir huzur duygusu vermeli, duyduğu elem ve ızdırabın dindirilmesini amaç edinmelidir. O nedenle, tazminatın miktarı tayin edilirken, bu amaç ve fonksiyon gözardı edilmemelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan miktar kadar olmalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişen hal ve şartların olacağı da kuşkusuzdur. Hakim bu konudaki takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri kararında objektif ölçülere göre isabetli olarak gösterilmelidir.
Davaya konu olayın niteliği ve oluş biçimi gözetildiğinde davacı yararına takdir edilen 3.000.000.000 TL manevi tazminatın fazla olduğu açıktır. O halde davacı yararına daha uygun bir miktar manevi tazminata hükmolunmak gerekirken aksi düşüncelerle 3.000,00 YTL gibi fazla bir miktara hükmedilmesi bozmayı gerektirir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılardan …..İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili

Hukuk Genel Kurulu         2017/2602 E.  ,  2021/1448 K.

  •  


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının 13.07.2011 tarihinde “ekşi sözlük” adlı internet sitesinde ‘‘discover’’ adlı rumuzu ile müvekkili hakkında “Marmara iletişim’de dördüncü ayını tamamlamadan atı aldığı gibi … müsküdar bırakmayan, dekanlığa yerleşen profesör üç ay önce onun tepeden inme biçiminde atandığını söylemiştim. Meğer herif Marmara iletişim’in Mesihi imiş, şimdiden tepeden dekan oldu. Pek yakında rektör olursa şaşırmayacağım. İşin ilginci buna tepki gösterip anında görevlerinden istifa eden Nurçay Türkoğlu dışında doğru dürüst bu garipliğe tepki gösteren kişi de yok gibi. Bundan önce …’in yardımcı olan Ali Balabanlar hemen yeni dekan yardımcılığını üstlendi. … ise yüzük kardeşliğini erkenden kuranlardan gibi görünüyor, o da vekâleten iletişim bilimleri başkanlığına atandı. Lafın kısası fakültenin biraz imajı vardı, içine ettiler bıraktılar. Ortalık atanmışlardan geçilmiyor. Bunun adı da yeniden yapılanma’’ şeklinde paylaşımda bulunduğunu, söylenen sözlerin küçük düşürücü nitelikte olduğunu, İstanbul Anadolu 25. Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/166 E., 213 K. sayılı kararı ile davalının işlediği hakaret suçu sabit görülerek kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiğini ileri sürerek 5.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; mahkemenin yetkisiz olduğunu, müvekkilinin davacının itibarını zedeleme ve anlamsız tartışmaların içine çekme gayreti içerisinde olmadığını, davalının öğrenim hayatı boyunca başarılı, okumayı seven, düşünen, sorgulayan, kendine ait fikirleri olan bir öğrenci olduğunu, yaptığı paylaşımın düşünce hürriyeti kapsamında olup eleştiri sınırlarını aşmadığını, kullanılan “herif” kelimesinin hakaret amacı ile kullanılmadığı gibi “Mesih” ibaresinin de aşağılamak veya dini bir anlam yüklemek amacı ile söylenmediğini, ceza mahkemesi kararının bu dosyada delil olarak hükme esas alınamayacağını, talep edilen manevi tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.07.2014 tarihli ve 2013/289 E., 2014/280 K. sayılı kararı ile; davalının 13.07.2011 tarihinde ekşi sözlük adlı internet sitesinde “discover” rumuzu ile yayınladığı yazının düşünce hürriyeti ve eleştiri sınırlarını aştığı, hakaret içerdiği, bu nedenle davacının kamuoyunda manevi yönden zarar gördüğü, davalı tarafın savunmalarının hukukî dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 3.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21.12.2015 tarihli ve 2015/140 E.,2015/15010 K. sayılı kararı ile;
“…Dosya kapsamından; davalının internet ortamında ekşi sözlük isimli sitede “discover” rumuzu ile kullandığı sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davalı iletişim fakültesi öğrencisi olup dava konusu edilen yazıları nedeniyle fakülte disiplin kurulu kararı ile okuldan uzaklaştırılma cezası aldığı, dava konusu edilen sözlerin bir üniversite öğrencisi olarak kullanılmasının kaba olarak kabul edileceği ancak hakaret kastı taşımadığı, eleştiri maksatlı olarak kullanıldığı anlaşıldığına göre, kişilik haklarının ihlalinden söz edilemez. Açıklanan nedenle istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabul kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.06.2016 tarihli ve 2016/132 E., 2016/191 K. sayılı kararı ile önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının 13.07.2011 tarihinde internet ortamında ekşi sözlük isimli sitede “discover” rumuzu ile kullandığı ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu yayının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK’nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
22. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
24. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
26. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
27. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukukî normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir.
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tâbi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
28. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2021 tarihli ve 2017/4-1352 E., 2021/476 K.; 02.12.2020 tarihli ve 2017/4-1463 E., 2020/991 K.; sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
29. Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25) ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
30. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacının Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinin dekanı, davalının ise aynı üniversitede öğrenci olduğu, ekşi sözlük isimli internet sitesinde davalının paylaştığı yazı içeriğinin hakaret kastı taşımadığı, söylenen sözlerin eleştirel bir dille kaleme alındığı, yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacıyı küçük düşürücü nitelikte olmadığı, açıklamaların ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşıldığından yazının davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.
31. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir