bursa bosanma avukati

Aile Hukuku Alanında Sunduğumuz Hizmetler

Nişanlılığın sona ermesi nedeni ile maddi tazminat davaları

Nişanlılığın sona ermesi nedeni ile manevi tazminat davaları

Nişanlılığın sona ermesi nedeni ile mutat dışı hediyelerin geri verilmesi davaları

Evlenmenin Mutlak butlanı davaları

Anlaşmalı Boşanma davaları

Çekişmeli Boşanma davaları

Genel boşanma sebeplerine dayalı boşanma davaları

Özel boşanma sebeplerine dayalı boşanma davaları

Boşanma sebebi ile maddi manevi tazminat davaları

Yoksulluk nafakası davası – İştirak nafakası davaları

Velayet davaları

Eşya alacağı davaları

Ziynet eşyası davaları

Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi davaları

Değer artış payı alacağı davaları

Soybağının reddi davaları

Tanıma davaları

Aile Hukuku

Evlilik birliğinin resmi olarak sonlandırılması açılacak olan boşanma davası ile gerçekleşir boşanmayla kişiler bazı haklar elde edebileceği gibi aynı zamanda bazı sorumluluklar da üstlenir. Boşanma sebepleri arasında, şiddetli geçimsizlik, terk, zina, sosyoekonomik yetersizlik, cana kast, kötü muamele, akıl hastalığı gibi unsurlar yer almaktadır. Hukuk büromuz boşanmaya bağlı olarak önemli derecede sosyal ve psikolojik durumların ortaya çıkmasına yol açan bu sosyal problemin boyutlarıyla birlikte nedenlerini araştırarak, boşanmanın aile üzerinde etkilerini dikkatli bir şekilde inceleyerek çözüm odaklı çalışma alanı sergilemektedir. Büromuz boşanma nedenlerinin incelemesini yaparken esas olarak, evlilik birliğini ortadan kaldıran boşanmaların taraflar arasındaki olan uyuşmazlığı en aza indirgeyerek tarafların yararını ön planda tutmaktadır.

Boşanma sonucunda maddi ve manevi zarara uğrayan tarafın, belirli koşullar altında karşı taraftan tazminat talep etme hakkına sahip olmasıdır. Boşanmada maddi ve manevi zararların tazmin edilebilmesi ve evlilik birliğinin boşanmayla sona ermesinin özel bir durum oluşturmakla birlikte bu özel durumun aile hukuku içerisinde değerlendirilerek sonuca bağlanmalıdır. Bu uygulamanın asıl sebebi, boşanmada ortaya çıkan maddi zararın hukuki boyutuyla değerlendirdiğimizde boşanma sonucunda mevcut veya beklenen menfaatleri zarar gören davacı tarafın, karşı taraftan maddi ve manevi tazminat talebinde bulunarak davalı tarafın kusurunu belgeleyerek hakkını elde edebilmesidir. 

Boşanmaya sebep olan tarafın kusuru, hâkimin boşanmaya karar vermesini gerektirecek derecede yoğun değilse veya anlaşmalı boşanmada tarafların anlaşması hakim tarafından bir şekilde onaylanmamış ve tarafların boşanmalarına karar verilememişse, bu durumda boşanmaya bağlı ortaya çıkan maddi tazminattan bahsedilemeyecektir. Bu nedenle boşanma davalarında gerek anlaşmalı olarak gerek çekişmeli olarak açılması durumunda bir avukat desteği alınması son derece önemlidir.

Boşanma davası ile birlikte talep edilebilecek maddi- manevi tazminat, nafaka , alacak kalemleri olduğu gibi boşanmaya bağlı fakat ayrı dava  olarak açılan ziynet eşyası alacağı , ev eşyası alacağı davaları olabilmektedir. Bu nedenle büromuz boşanmaya bağlı olarak gerekli bazı hukuki işlemlerin ve sürelerin yer aldığı bu işlemlerde süreçleri takip ederek boşanmanın müvekkilin çıkarlarına hizmet edecek şekilde anlaşmanın sağlanması , davanın açılması, lehe sonuçlanması ve oluşabilecek bir hak kaybının engellenmesi, gerekli delillerin ve ispat niteliğinde olan belgelerin sağlanabilmesi için boşanma davaların takibi yapılarak tarafların lehine sonuçlanmasında önemli role sahiptir.

Bursa Boşanma Avukatı

Boşanma davalarında boşanmak isteyen tarafın boşanma sebeplerinin yeterli olması dışında bu sebeplerin ispatı daha önemlidir zira her boşanma anlık gelişen karşı tarafın hatasından kaynaklanmadığı gibi yıllarca biriken sebeplerden, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet, görsel şiddet gibi soyut sebeplerden de kaynaklanabilmektedir. Bu durumda bu sebeplerin ispatı açısından sunulacak delillerin doğru tespiti, mahkemece celbedilmesini istenilen delillerin tespit edilmesi ve sebeplerin ispatı ile bilgisi bulunan tanıkların bildirilmesi bu delillerin süresinde sunulması, dilekçelerin süresinde ibraz edilmesi , karşı tarafın usule ilişkin yanlış işlemlerine itiraz edilmesi gibi usule ilişkin gerekli işlemlerin yapılması için boşanma davası açmaya karar veren kişinin boşanma avukatına başvurmasını tavsiye etmekteyiz. Bursa da faaliyet gösteren hukuk büromuz boşanma davalarında Bursa boşanma avukatı ve aile hukukundan doğan davalarda dava ve danışmanlık faaliyetlerini yürütmektedir. 

Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Boşanma davası açmaya karar verecek kişi boşanma nedenlerini ve taleplerini içeren dilekçe ile aile mahkemesinde boşanma davasını açmalıdır. Zorunluluk olmamakla beraber Boşanma sebepleri ve bu sebepleri ispatı tarafların davasının sonucunu etkileyecek nitelikte olduğundan hak kaybına uğramamak adına boşanma davası açmadan önce avukata danışılmalıdır.

Boşanma Davası İçin İlk Nereye Başvurulur?

Boşanma davalarında görevli mahkeme davacının veya davalının ikamet ettiği yere bağlı Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemeleri veya Aile Mahkemeleri kurulamayan yerlerde ise görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Boşanma Davası İkamet Yeri Dışında Açılabilir Mi?

Taraflar boşanma davasını açarken seçimlik hakka sahiptir .Boşanma davalarında yetkili mahkeme davacının, davalının ikamet ettiği veya 6 aydan beri eşi ile birlikte oturduğu yere bağlı Aile Mahkemeleridir. Boşanmak isteyen eş, boşanmak istediği eşi ile birlikte ikamet ettiği yerden boşanma davası açmadan önce ayrılmış ve ikametgahını başka bir yere taşımış ise bu durumda boşanma davasını yeni tesisi etmiş olduğu ikametgahının bulunduğu yerde de açabilir.

Eşiniz Tarafından Boşanma Davası Açılması Halinde Neler Yapmalısınız?

Tarafınıza eşiniz tarafından boşanma davası açılması halinde dava dilekçesinin tarafınıza tebliğ olduğu tarihten itibaren yasal süreler içerisinde cevap dilekçesi sunulmalı, şartları varsa karşı dava açılmalıdır bu sürelerin kaçırılması halinde telafisi zor zararlar ortaya çıkmaktadır.

Boşanma Davası Avukatı Hangi Şehirden Olmalıdır?

Kural olarak boşanma davasının olduğu yerde faaliyet gösteren avukatlara vekalet verme zorunluluğunuz yoktur. Başka bir şehirde faaliyet gösteren avukata da vekalet verebilirsiniz. 

Boşanma Davası İle Birlikte Mal Paylaşım Davası Açabilir Miyim?

Boşanma davası açılması ile birlikte paylaşım davasını ayrı bir dava olarak açabilirsiniz veya boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde mal paylaşım davası açabilirsiniz.

En Kısa Sürede Nasıl Boşanılır?

Taraflar anlaşmalı boşanma davası ile kısa sürede boşanabilmektedirler. Boşanma çekişmeli olması halinde süre daha uzun sürmektedir

Anlaşmalı Boşanma Davası Hangi Durumlarda Reddedilir?

Anlaşmalı boşanmada aranan ilk koşul, evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Evlilik en az bir yıl sürmemiş ise, hâkim açılan boşanma davasını diğer şartları incelemeye gerek görmeden reddeder.  Anlaşmalı boşanmalarda eşlerin iradeleri mahkeme huzurunda ilan etmeleri gerekmektedir. Eşlerden birinin dava günü mahkemeye gelmemesi durumunda anlaşmalı boşanma çekişmeli boşanmaya dönüşebilecektir.

Kadın Boşanma Davası Açarsa Hakları Nelerdir?

Boşanma davasında kadının yasal hakları, çocuğun tedbiren velayetini talep etme hakkı, kendisi için tedbir ve yoksulluk, çocuk için dava süresince tedbir nafakası veya dava sonucunda velayeti kendisine verilen çocuk için iştirak nafakası, tazminat talebi , ziynet eşyası alacakları, mal rejiminden doğan alacak, aile konutu şerhi isteme  hakkına sahip olacaktır fakat davanın kadın tarafından açılması doğrudan lehe bir avantaj sağlamayacaktır mahkeme tarafların kusur durumuna göre karar verecektir. 

Anlaşmalı Boşanmanın Şartları Nelerdir?

Anlaşmalı boşanmaya karar verilebilmesi için evlilik birliğinin en az bir yıl sürmüş olması, eşlerin boşanmak üzere birlikte başvurmaları veya bir eşin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi, hâkimin tarafları bizzat dinlemesi ve tarafların yapmış oldukları anlaşmanın hâkim tarafından uygun bulunması olmak üzere dört aşamanın gerçekleşmesi gerekmektedir.

Anlaşmalı Boşanma İçin En Az Kaç Yıl Evli Kalması Gerekir?

Anlaşmalı boşanmada aranan ilk koşul, evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Evlilik en az bir yıl sürmemiş ise, hâkim açılan boşanma davasını diğer şartları incelemeye gerek görmeden reddetmektedir. Bu şart kanundan doğan bir şart olup mahkemece resen incelenmektedir. 

Çekişmeli Boşanma Davası Kaç Yıl Sürer?

Çekişmeli boşanma davalarında, davanın açıldığı yer mahkemesinin yoğunluğu, tanıkların sayısı, delillerin incelenmesi gibi faktörler dava sürecini etkilemektedir. Tarafların uzlaşmaya varamamaları nedeniyle bu süre tam olarak belirlenememektedir. Öne sürülen boşanma nedenlerinin araştırılması, bilirkişi raporlarının incelenmesi veya tanıkların dinlenmesi dava seyrine önemli ölçüde etki eder. Verilen karar aleyhine veya kararın usule aykırı olduğunu iddia eden taraf karara karşı istinaf yasa yoluna başvuru yapmakla birlikte dosyanın istinaf incelemesi de bu süreye önemli derece de etki edecektir. Bu nedenle ortalama 18-24 ay gibi sonuçlanmakla birlikte belirtilen diğer husuların gerçekleşmesiyle 4 yıla kadar sürmektedir.

Anlaşmalı Boşanma Çekişmeli Boşanmaya Dönebilir Mi?

Taraflarca anlaşmalı olarak açılan boşanma davası duruşmasında taraflardan birinin katılmaması veya katılıp da anlaşmalı boşanma protokolünü kabul etmediğini bildirmesi veya protokoldeki bir hususu kabul etmemesi halinde çekişmeli boşanmaya dönmektedir. 

Anlaşmalı Boşanma Protokolüne Uyulmazsa Ne Olur?

Anlaşmalı boşanma protokolü mahkemece onaylanarak hüküm altına alındıktan sonra taraflardan birinin protokole uymaması halinde icra takibi yapılacaktır. Hükmün maddi bir edim içermemesi halinde para borçlarının icrası değil yapma borçlarının icrasına ilişkin takip başlatılması gerekmektedir. 

Duruşmaya Gitmeden Anlaşmalı Boşanmak Mümkün Müdür?

Taraflar vekil ile temsil edilse dahi anlaşmalı boşanmanın gerçekleşmesi için duruşmaya katılıp boşanma iradelerini mahkeme huzurunda dile getirmeleri zorunludur. 

Boşanma Davası Açılmadan Önce Satılan Mallar Paylaşıma Dahil Midir?

Tarafların evlilik birliği içerisinde gerçek satışa dayanan tasarrufları paylaşıma dahil değildir fakat eşlerden birinin mal kaçırma maksadı ile muvazaalı olarak devir yapması halinde devredilen mal varlığının paylaşıma konu edilmesi talep edilebilir. 

Boşanma Davasında Tazminat Miktarı Neye Göre Belirlenir?

Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. Boşanma davası sonucunda daha az kusurlu olan eş maddi ve manevi tazminat alma hakkına sahip olabilecektir. Maddi tazminat ile boşanma nedeniyle uğranan zararlar tazmin edilirken, manevi tazminatla da kişilik hakları zedelenen eşin duyduğu acı ve elem tazmin edilmektedir. Ancak bu tazminatların ödenmesi için bazı şartların sağlanması gerekir. Maddi ve manevi tazminat talebi boşanma davası, dava esnasında istenmemişse boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde yeni bir dava ile istenebilir. 

Boşanmada Hangi Durumlarda Manevi Tazminat Davası Açılabilir?

Boşanma davasında boşanma sebepleri aynı zamanda kişilik haklarına saldırı teşkil ediyorsa boşanma ile birlikte manevi tazminat talep edilebilir, boşanma ile birlikte manevi tazminat talep edilmemiş ise ek dava açarak manevi tazminat talep edilebilir ve boşanma davası ile birleştirilmesi talep edilir bunun dışında boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içerisinde manevi tazminat davası açılabilir. Örneğin eşin diğer eşi sürekli hakaret, şiddet uygulaması  nedeni ile açılan boşanma davasında bu eylemler aynı zamanda kişilik haklarını zedeleyici eylemler olduğundan eşin manevi tazminat talep etme hakkı vardır. 

Boşanmada Manevi Tazminat Miktarı Nasıl Belirlenir?

Boşanma davasında manevi tazminat tazminata konu fiillerin ağırlığı, tarafların kusur durumu ve tarafların ekonomik durumu göz önüne alınarak belirlenmektedir.

Boşanmada Maddi Manevi Tazminat Ne Zaman İstenir?

Boşanma davasından maddi manevi tazminat boşanmanın eki niteliğinde olduğundan boşanma davası ile aynı anda talep edilebilir ayrıca boşanma davası devam ederken açılacak bir dava ile talep edilir ve bu dava boşanma davası ile birleştirilir eğer bunlar yapılmamışsa boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde maddi manevi tazminat talep edilebilir.

Boşanma Davasında Maddi Tazminat Şartları Nelerdir?

Boşanma davasında maddi tazminata hükmedilmesi için öncelikle maddi tazminat talep eden eşin kusurunun diğer eşten ağır olmaması gerekmektedir. Bunun dışında boşanma ile eşin mevcut menfaatlerinin yitirilmesi gerekmektedir. Boşanma davasındaki maddi tazminatın kapsamı diğer davalardaki maddi tazminattan farklıdır boşanma davasındaki maddi tazminat talebi boşanma sebebi ile eşin mevcut menfaatlerinin yitirilmesi halinde daha kusurlu olmamak kaydıyla mahkeme tarafların gelir durumuna , tarafların kusur oranına ve tarafların evlilik süresi gibi hususları dikkate alarak maddi tazminatı belirleyecektir.

Erkek Kadından Tazminat Alabilir Mi?

Boşanma davasında kadının ağır kusurlu olması halinde erkek maddi manevi tazminat talep edebilecektir. Bu nedenle evliliğin bitmesinde kadın erkekten daha kusurlu olması halinde erkeğin tazminat hakkı söz konusu olacaktır. Kusurun tespiti evliliğin bitmesine yol açan olaylarda tarafların bildireceği sebepler ve deliller mahkemece değerlendirilir mahkemece kusurun tespiti yapılır. 

Boşanmada Maddi Manevi Tazminat Ne Zaman Ödenir?

Maddi manevi tazminat davası boşanmanın eki niteliğinde olduğundan boşanma davası kesinleşmesi ile birlikte icra edilebilecektir. Maddi manevi tazminat davasını kazanan eş kararın kesinleşmesi ile birlikte karşı tarafın tazminatı ödememesi halinde ilamlı icra takibi yapması gerekmektedir.

Erkek Kadından Yoksulluk Nafakası Talep Edebilir Mi?

Erkek, boşanmada kusuru daha ağır olmamak şartı ile ve boşanma ile yoksulluğa düşecek olması halinde kadından yoksulluk nafakası da talep edebilir. Kusurun tespiti evliliğin bitmesine yol açan olaylarda tarafların bildireceği sebepler ve deliller mahkemece değerlendirilir mahkemece kusurun tespiti yapılır. 

Çocuğun Velayeti Neye Göre Belirlenir?

Evlilik birliği devam ederken kural olarak ana ve baba tarafından birlikte kullanılan velâyet, boşanma sonucunda hâkim tarafından ana veya babadan birisine verilir. Hakim velayeti kime vereceğini değerlendirirken asıl amacı, her koşulda çocuğun yüksek yararını gözetilerek, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve ahlaki bakımdan hayata hazırlanmasını ve çocuğun yüksek yararını gözeterek resen karar verir. Bu süreçte çocuğun bakımı, gözetimi, korunması, temsili, eğitilmesine ilişkin kararları alma hakkı ve sorumluluğu ana babadadır. Bu nedenle hakim, çocuğun çocukluk dönemi sona erene kadar, velayet hakkının kullanılmasını olumsuz yönde etkileyebilecek bir değişiklik halinde ya da velayet hakkının kötüye kullanılması durumunda çocuğun yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak üzere velayetin kullanımına ilişkin yeni bir karar verebilir.

Velayet Hakkı Nasıl Alınır?

Tarafların 18 yaşından küçük müşterek çocukları olması halinde boşanma davasını açan taraf boşanma ile birlikte müşterek çocuğun velayetini de talep edebilir, karşı taraf velayetin kendisine verilmesini talep ediyorsa açacağı karşı dava ile çocuğun velayetini talep edebilir bu durumda mahkemece sosyal inceleme raporu aldırarak  ve çocuğun üstün yararı ilkesi dikkate alınarak velayet konusunda karar verir bunun dışında müşterek çocuğun idrak çağında olması halinde velayet konusunda hangi tarafın yanında kalmak istediği ile ilgili görüşü alınır bu husus velayet kararının verilmesinde etkili olmaktadır . Velayet hakkı kendisine bırakılmayan eş için mahkeme müşterek çocuk ile görüşme günleri tayin eder mahkemece belirlenen bu günlerde velayet hakkı kendisine bırakılmayan eş müşterek çocuğu görmektedir. 

Velayette Hâkim Çocuğun İsteğini Dikkate Alır Mı?

Mahkemece velayet kararı verilirken  çocuğun idrak yaşında olması halinde çocuğu dinleyerek fakat  çocuğun üstün yararı gözetilerek hüküm kurulur yargıtay kararlarında idrak yaşının 8 yaş ve üstü olduğu yani 8 yaş ve üstü çocuklarda velayet konusunda karar verilirken çocuğun görüşünün sorulması gereklidir fakat çocuğun tek taraflı isteği tek başına yeterli olmamaktadır çünkü yaşı gereği çocuk eşlerden birinin etkisi altında kalabilmektedir bu durumlarda uzman pedagogca düzenlenen sosyal inceleme raporu önem arz etmektedir.

Kaç Yaşına Kadar Çocuğun Velayeti Anneye Verilir?

Çocuğun kaç yaşına kadar velayetinin kesin olarak anneye verileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Velayet kamu düzenine ilişkin bir konu olduğundan mahkeme velayet konusunda karar verirken çocuğun üstün yararı ilkesini esas alacaktır fakat çocuğun yaşının çok küçük olması gibi hallerde anne bakımı zorunluluğu mevcut olduğundan anne ile velayet görevini yerine getiremeyecek durumların olması dışında velayetin anneye verilmesi daha yüksek bir ihtimaldir. 

Boşanmada Çocuğun Velayeti Hangi Durumlarda Anneye Verilmez?

Hakim çocuğun velayetini çocuğun üstün yararı ilkesi göz önüne alınarak babaya verilmesine de   karar verebilir. Çocuğun babaya verilmesine sebep olan husus çocuğun yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Anne çocuğu istemiyorsa ve çocuğun üstün yararı gerektiriyorsa çocuğun velayeti anneye değil babaya verilir. Anne çocuğa şiddet uyguluyorsa, kötü alışkanlıkları varsa, fiil ehliyeti yoksa ve çocuğun bakım ve gözetim sorumluluğunu ihlal ediyorsa, annenin çocuğuna bakmak için gereken ekonomik şartları sağlayamaması ve çocuğun idrak çağına ulaşmış ve babada kalmayı beyan edebiliyorsa babanın durumu annenin hayat koşullarına göre daha iyiyse hakim velayeti babaya verebilmektedir.

Tedbir Nafakası Nedir? Hangi Koşullarda Verilir?

Hâkim boşanma veya ayrılık davası süresince özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemlere resen karar verir. Tedbir nafakası, boşanma davası sırasında veya boşanma davası açılmadan talep edilebilir. Tedbir nafakasına davanın açıldığı tarihten itibaren hükmedilir. Bir tarafın kusurlu olması onun lehine tedbir nafakası hükmedilmesine engel teşkil etmez . Boşanma davası ile hükmedilen tedbir nafakasına hem eş hem de çocuklar yönünden hükmedilir. Karar kesinleşinceye kadar bu şekilde devam eden tedbir nafakası, karar kesinleştikten sonra tamamen kalkacağı gibi eş ve çocuk için yoksulluk nafakası veya iştirak nafakasına  dönüşür.

Tedbir Nafakasının Miktarı Ne Kadardır?

Tedbir nafakasının miktarını saptamak hâkimin takdir yetkisi içindedir. Kişinin sosyal, ekonomik durumuna göre hakkaniyete uygun olarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmiş olması dava süresince elde edilen yeni bilgi ve delillere göre dava boyunca nafaka miktarı artırılabilmekte veya azaltılabilmektedir.

Tedbir Nafakasının Artırılması Ve Azaltılması İçin Şartlar Nelerdir?

Tarafların durumlarının değişmesi halinde eşlerden birinin talebi üzerine hâkim tedbir nafakasının arttırılıp, azaltılmasına veya tamamen ortadan kaldırılmasına karar verebilecektir. Nafaka yükümlüsünün veya alacaklısının sosyal ve ekonomik durumlarının değişmesi durumunda talep üzerine hakim değişen koşulları göz önünde bulundurarak nafakanın arttırılmasına, azaltılmasına veya kaldırılmasına hükmedebilir.

Çocuklar İçin Nafaka Neye Göre Belirlenir?

Velayetin kullanılması kendisine bırakılmayan eş tarafından, ortak çocuğun veya birlikte evlat edinilen çocuğun yetiştirilmesi, barınma, beslenme, sağlık, bakım ve eğitim giderlerinin karşılanabilmesi için eşin sosyal ve ekonomik gücü oranında, velayetin kullanılması kendisine verilen eşe ödenen nafakadır. Boşanmadan sonra çocuğun velayeti kendisine verilmeyen eş ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulacağı ve çocuk için ödenecek iştirak nafakasıdır. Nafaka miktarını mahkeme belirleyebileceği gibi, eşler de arlarında anlaşarak da belirleyebilirler. İştirak nafakası belirlenirken hakim, nafaka yükümlüsünün sosyal ve ekonomik durumunu, çocuğun gereksinimlerini ve velayet kendisine bırakılan tarafın da ekonomik bakımdan çocuğa yapabileceği katkıyı göz önünde tutarak resen hakkaniyet ilkesine uygun bir nafaka olarak karar verir.

İştirak Nafakasının Artırılması Ve Azaltılması Veya Kaldırılması İçin Şartlar Nelerdir?

İştirak nafakası geliri anlaşmalı boşanmada olduğu gibi tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile koşulları oluştuğunda artırılma veya azaltılma yoluyla yeniden belirlenebilir. Nafakanın yeniden belirlenmesi davası açıldığında nafakanın bağlandığı dava tarihinden sonra, yeniden belirlenmesi davasına kadar geçen sürede tarafların ekonomik durumlarında olan değişiklikler, ortak çocuğun gereksinmelerinin azalıp azalmadığı ya da çocuğun büyüyen yaşı, eğitimi nedeni ile gereksinmelerinin artıp artmadığı gibi ölçütler göz önünde tutularak yeni bir düzenlenme yapılabilir. İştirak nafakası çocuğun 18 yaşını doldurup ergin olması halinde kendiliğinden kalktığı gibi, evlenmekle ya da yargı kararı ile ergin hale getirilmesi halinde de kendiliğinden kalkar. Çocuk 18 yaşına geldiğinde nafakanın kalkmasından sonra eğitimi devam ediyorsa, anne ve babanın bakım yükümlülükleri de devam eder bu durumda kişinin yardım nafakası davası açması gerekmektedir. İştirak nafakası çocuklar ergin oluncaya kadar devam eder. Bu kural mutlak değildir. Çocuk, edindiği meslek ve sanatı ile kendisini geçindirebiliyorsa böyle bir durum söz konusu olabilirse, iştirak nafakası yükümlünün istemi üzerine çocuk erginliğe ermeden mahkeme kararı ile kesilebilir.

İştirak Nafakasında Görevli ve Yetkili Mahkeme Neresidir?

Gerek iştirak nafakası ve gerekse bu nafakanın artırım, azaltım, son verilmesi davalarında görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemeleri veya Aile Mahkemeleri kurulamayan yerlerde ise görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Yoksulluk Nafakası Şartı Nelerdir?

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.  Boşanma davası reddedilmişse yoksulluk nafakasına karar verilemez. Yoksulluk nafakası için mutlaka istem ve talep gerekir. Evlilik birliğinin temelden sarsılmasına sebep olan tam kusurlu eş, boşanma yüzünden yoksulluğu düşüyor olsa bile yoksulluk nafakası alamaz. 

Yoksulluk Nafakasının Miktarı Artırılması, Azaltılması Veya Kaldırılması İçin Şartlar Nelerdir?

Yoksulluk nafakasının miktarı saptanırken nafaka yükümlüsünün ekonomik durumu ve geliri göz önünde bulundurulur. Yoksulluk nafakası alacaklısının veya borçlusunun ekonomik durumlarının değişmesi durumunda mahkemeden yoksulluk nafakasının artırılması, azaltılması veya kaldırılmasını talep edebilir. Mahkemeye talep eden tarafın nafaka miktarının yetmediğini ileri sürerek nafakanın arttırılması davası açabileceği gibi, nafaka borçlusu da nafaka miktarını ödemede zorluk çektiğini veya ödeyemeyecek duruma geldiğini bildirdiği hallerde nafakanın azaltılması ya da kaldırılması için dava açabilecektir.

Bu durumda mahkeme nafaka yükümlüsünün gelirinde olağanüstü bir değişiklik olup olmadığını , nafaka alacaklısının ihtiyaçlarında olağanüstü bir artış veya değişiklik olup olmadığını inceleyecektir. 

Yoksulluk Nafakası Görevli Mahkeme Neresidir?

Yoksulluk nafakası talebinin boşanma davasından sonra yapılacağı durumda ise bu dava boşanma davasının kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıl içinde açılmalıdır. Bu dava bakımından görevli mahkeme Aile Mahkemesi olup yetkili mahkeme ise nafaka alacaklısının yerleşim yeridir.

Kadın Hangi Durumlarda Nafaka Alamaz?

Boşandıktan sonra kadın, maddi sıkıntı yaşayacak olması durumunda mahkemeden yoksulluk nafakası talep edebilir. Bu durumda boşanmada ağır kusurlu olmaması gerekmektedir.  Bazı durumların varlığında kadın lehine nafakaya hükmedilmez. Kadın boşandığı eşin ekonomik durumuna göre maddi durumunun iyi olması durumunda, eğer çalışıyorsa kendi isteğiyle işten ayrılmış veya geçimini sağlayacak yan gelirleri varsa yoksulluk nafakası boşandığı eşten talep edemeyecektir. Bir diğer husus yardım nafakası talep eden eş bir evlilik yaptıysa ya da biriyle evlilik hayatı yaşıyorsa, yoksulluk nafakası talep edemez.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Alınır?

Taraflar evlilik birliği içerisinde beraber yaşadıkları taşınmazın tapu müdürlüğüne giderek, aile konutu olduğunu tapuda şerh ettirebilirler. Böylelikle eşlerin her ikisinde muvaffakatı olmadıkça aile konutu üzerinde tasarruf edemeyeceklerdir.

Tek Celsede Boşanmak Mümkün Müdür?

Evlilik birliği en az bir yıl süren ve tarafların boşanmanın tüm sonuçlarında anlaşan eşlerin tek celsede boşanabilmesi mümkündür.

Düğünde Takılan Takılar Kime Aittir?

Düğünde takılan takılar kim tarafından takılırsa takılsın kadına ait olacaktır.

Ziynet Eşyası Alacağı Davası Nedir?

Ziynet alacağı davası kadının düğünde kendisine takılan fakat karşı tarafın elinde olan ziynet eşyalarını aynen iadesi mümkün olmaması halinde bedelinin talep edildiği davaya denilmektedir. Ziynet alacağı davası boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından ayrı bir dava olarak açılması gerekmektedir. Boşanma ile birlikte ziynet eşyası talep edilmiş ise bu durumda mahkeme ziynet alacağı talebini ayırarak boşanma davasının sonucuna göre ziynet eşyası alacağı konusunda karar verecektir. 

Ziynet Eşyası Davası Kime Karşı Açılır?

Ziynet eşyası davası ziynet eşyalarının rızası dışında kendisine teslim edilmeyen eşe karşı açılmaktadır.

Ziynet Eşyası Davası Ne Zaman Açılır?

 Ziynet eşyası davası genellikle boşanma davası ile birlikte veya boşanma davasından sonra açılan bir dava olup boşanmanın eki niteliğinde bir dava olmadığından boşanma davası açıldıktan sonra ayrı bir dava olarak açılması gerekmektedir. Boşanma davası ile birlikte açılması halinde mahkemece ziynet eşyası talebi dosyadan tefrik edilecektir. 

Ziynet Eşyası Sadece Tanıkla İspat Edilir Mi?

TMK 220. Madde gereği kişisel mal niteliğindedir. Düğünde ve evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kadına aittir. Ziynet eşyalarının kadının himayesinde olmadığını iddia etmesi durumunda tanıkla ispat etmesi mümkündür. 

Düğün Takıları Kimde Kaldığı Nasıl İspat Edilir?

Düğünde takılan takıların ispatı, ziynet eşyası davası için büyük önem taşıyan bir husustur. Burada takıların kimde kaldığının ispatı için tarafların evden ayrılış biçimi büyük taşımaktadır. Her somut olaya göre değişebilmekle birlikte Örneğin kadının bir kavga sonucu evden ayrılması halinde ziynet eşyalarını yanında götüremeyeceği bu nedenle karşı tarafta kaldığı ispatı daha kolay olacaktır fakat kadının eşi evden yokken eşyalarını toplayarak evden ayrılması halinde ziynet eşyalarının erkek tarafında kaldığının ispatı daha zor olabilecektir  Düğünde takılan takılar kim tarafından takılırsa takılsın kadına ait kabul edilir. Boşanma davalarında kadın tarafından talep edilen düğünde takılan takıların yetkili mahkemeye ispat edilmesi gerekmektedir. Düğünde takılan altınların ispatı; bilirkişi raporları, düğün kayıtları, tanıkların ifadeleri, makbuz ve diğer yazılı belgeler gibi delillerle yetkili mahkemeye ispat edilebilmektedir.

Düğünde Takılan Altınlar Edinilmiş Mal Mıdır?

Evlilik sırasında kadına takılan altın ve ziynet eşyaları kim tarafından verilmiş olursa olsun ona bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğinde olacaktır.

Boşanma Davasından Feragat Eden Tekrar Dava Açabilir Mi?

Boşanma davasında feragat eden taraf tekrar bir boşanma sebebi çıkması halinde dava açabilecektir. Boşanma davasının reddedilmesi halinde ise 3 yıl geçmeden aynı sebebe dayanarak boşanma davası açamayacaktır.

Evliyken Alınan Ev Boşanınca Kimin Olur?

Eşler evlenmeden önce herhangi bir mal rejimi sözleşmesi yapmamışlarsa TMK ‘ya göre yasal olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul etmiş olurlar. Evliyken alınan ev evlilik birliği içerisinde edinilmiş mallara katılma rejimine değerlendirilerek evlilik süresince edinilen malları yarı yarıya bölüşürler.

Anlaşmalı Boşanmadan Sonra Mal Paylaşımı Davası Açılabilir Mi?

Anlaşmalı boşanma protokolünde evlilik birliği içerisinde sahip oldukları malların paylaşımına dair protokolünde yer vermedikleri takdirde, taraflar anlaşmalı boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık süre zarfında mal paylaşımı davası açabilirler.

Boşandıktan Sonra Ev Eşyaları Kime Kalır?

Eşler evlilik süresince edindikleri bir malı özel bir mal rejimi belirlemeden bir mal rejimi sözleşmesi yapmamışlarsa, evlilikleri süresince edinmiş oldukları tüm mallar üzerinde ortak ve eşit derecede hak sahibi olurlar. Eşyaların evlilikten önce alınmış olması durumunda bu eşyalar, ödemeyi yapan tarafın kişisel mal varlığı olarak değerlendirilir. Bu nedenle kişisel mal varlığı çerçevesinde taraflar birbirlerine karşı iadesini talep edebilir. Aynen iadesi yahut değeri karşı taraftan talep edilebilir. Eğer eşyalar evlenmeden önce alınmış olup evlilik süresi içinde ödemesi yapılması halinde edinilmiş mal varlığı değeri olarak kabul edilecek olup taraflar eşit hakka sahip olacaktır.

Boşanma Davası Masrafı Ne Kadar?

Boşanma davalarında dava masrafları dava açılış harçları ve tebligat masrafları bazı durumlarda bilirkişi ücreti gibi kalemlerden oluşmaktadır. 

Boşanma Davasında Avukatlık Ücreti Ne Kadar?

Boşanma davalarında avukatlık ücreti, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin altında olmamak kaydı ile avukatın harcayacağı zaman, emek ve deneyimine göre belirlenir. Boşanma avukatı tarafından dava dilekçesi, cevap dilekçeleri, delil dilekçesi, beyan dilekçeleri, gerek görülmesi halinde koruma ve önleme tedbiri istemli dilekçeler, istinaf ve temyiz dilekçelerinin yazılması ve birçok duruşmaya müvekkili temsilen katılımı tarafından sağlanacak olması nedeniyle ücretleri deneyim , masraf ve yaptığı harcamalara göre farklılık gösterecektir.

Boşanma Avukatı Nasıl Seçilir?

Boşanmaya karar vermiş kişilerin boşanma avukat seçerken  öncelikle aile hukuku alanında çalışan boşanma davaları alanında faaliyet gösteren bir avukat ile davasını takip etmesi daha faydalı olacaktır. 

Boşanma Davasında Avukat Önemli Mi?

Boşanma davasında tarafların avukat ile takip etmesi tarafların menfaati açısından önemlidir. Fakat hukukumuzda davayı avukat ile takip etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Boşanma davası dahil her türlü dava kişinin kendisi tarafından açılabilmekte ve takip edilebilmektedir. Boşanma davaları tarafların menfaati açısından oldukça spesifik davalardan olup bu nedenle boşanma davalarını avukat ile takip edilmesini tavsiye etmekteyiz. Fakat bu bir zorunluluk değildir.

Boşanmalara Hangi Avukat Bakar?

Mevzuatta boşanma avukatı adı altında bir avukatlık dalı tanımlanmamıştır. Boşanma sürecinde profesyonel hukuki yardım almak taraflar için faydalı olacaktır. Tarafların evlilik içinde yaşadığı olayların avukat tarafından dinlenmesi faydalı olacak ve alanında uzman olan avukatın aile hukuku uyuşmazlıklarından kaynaklanan boşanma, nafaka, velayet, mal paylaşımı vb. gibi davaları davayı profesyonelce yürütebilmektedir.

Çekişmeli Boşanma Davasında Avukat Şart Mı?

Boşanmada veya herhangi başka bir davada avukat tutma zorunluluğu yoktur. Eşlerden birinin boşanma davasını açacağı gibi bunu avukat aracılığı ile de yapabilir. Burada önemli husus dava kapsamında velayet, nafaka, tazminat, mal paylaşımı gibi  sonuçların doğacağı gibi, bu sonuçların tarafların lehine sonuçlanması açısından bir avukattan yardım alınması yararlı olacaktır.

Eşler Ne Kadar Ayrı Kalırsa Boşanma Davası Açılır?

Eşler eylemli ayrılık sebebiyle boşanma davası açabilmesi için 3 yıl ayrı kalmaları gerekmektedir.

Boşanma Davasını Kim Açarsa Avantajlı Olur?

Boşanma davası için dava açan tarafın karşı tarafa oranla fazladan avantajı olmadığı gibi davalı da tıpkı davacı gibi boşanma ile birlikte maddi manevi tazminat talep edebilir. Bu neden boşanma davasını ilk kimin açtığından ziyade evlilik birliğini temelden sarsan olaylardan kimin daha kusurlu olduğu önemlidir. 

Evi Terk Eden Kadın Kusurlu Mu?

Eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve diğerini terk etmesi ya da haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmemesi durumu mutlak bir boşanma sebebidir. Terk eden eşe gönderilen ihtarda eve dönüş süresi olan iki aylık sürenin açıkça gösterilmesi gerekmektedir. Belirlen toplam 6 aylık sürede haklı bir neden olmadan evi terk eden kadın kusurlu olacaktır. Fakat terk eden kadının geçerli bir sebebe dayalı olarak diğer eş tarafından şiddet, psikolojik baskı veya aile konutunda yaşamasını engelleyecek haklı bir nedenden dolayı diğer eşi terk etmesi nedeniyle diğer eşin dürüstlük kuralı çerçevesinde terke dayalı kusurlu olmayacaktır.

En Çok Boşanma Sebepleri Nelerdir?

Boşanma, hukuki olarak evliliğin sona erdirilmesidir. En çok boşanma sebepleri arasında genel boşanma sebeplerinden olan evlilik birliğinin temelden sarsılması ter almaktadır şiddetli geçimsizlik evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayalı genel bir boşanma sebebidir. Bunun dışında, terk, zina, cana kast, kötü muamele, akıl hastalığı gibi özel boşanma sebepleri de vardır. 

Boşanma Davasında Hakaret Nasıl İspat Edilir?

Eşlerden biri hakaret nedeni ile boşanma davası açması halinde hakaret iddiasının ispatı tanık deliline dayanabilir. Hakarete ilişkin tanık bulunmaması halinde ve hakaret iddiasını ispat edecek başkaca deliller elde edilmesi gerekmektedir. Buna ilişkin olarak hakarete uğrayan tarafın suç duyurusu olup olmadığı yazılı ve görsel bir delilin bulunup bulunmadığı hakaretin ispatı açısından önemlidir.

Boşanma Sürecinde Kirayı Kim Öder?

Boşanma davasında aile konutunun kiralanmış bir konut olması halinde, mahkeme tarafından konuta daha fazla ihtiyacı bulunan eşe yapılan tahsisle birlikte kural olarak kira bedelinin kira sözleşmesinin tarafı olan  eş tarafından ödenmesi gerecektir.

Boşanmada Hangi Mallar Paylaşılmaz?

Boşanmada edinilmiş mallara katılma rejimine göre eşler, evlilik süresince edinilen malları yarı yarıya paylaşılır fakat eşlerin evlilik öncesinde edindiği mallar kişisel mallar olup paylaşıma dahil değildir. Bunlar miras gibi karşılıksız olarak sahip olunan mallar, manevi tazminat alacakları, eşlerden birinin kişisel kullanımına yarayan eşyalar mal paylaşım davası ile talep edilemez.

Boşanmada Mal Paylaşımı Nasıl Yapılır?

Taraflar 2002 tarihinden sonra evlenmişseler evlilik birliği içerisinde alınan mallar boşanma ile birlikte tarafların eşit şekilde paylaşması gerekmektedir. Kadının çalışmaması önemli değildir kadın çalışmasa dahi evlilik birliği içerisinde satın alınan mal varlığı değerlerinin yarısı kanunen kadınındır. Paylaşım boşanma davası açılmasından sonra ayrı bir dava ile veya boşanma davasının kesinleşmesinden itibaren Aile Mahkemesi’nde açılacak bir dava ile sağlanır.

Boşanma Davası Devam Ederken Mal Paylaşım Davası Açılabilir Mi?

Taraflardan biri boşanma davası açıldıktan sonra mal paylaşım davası açabilir bu durumda mahkeme boşanma davasının kesinleşmesini bekletici mesele yapacaktır.

Boşanma Sonrası Mal Paylaşım Davası Ne Kadar Sürer?

Boşanma davası kesinleştikten sonra mal paylaşım davasının açılması halinde ortalama 1 yıl içerisinde mal paylaşım davası karara çıkabilecektir. Bu süre kesin bir süre olmayıp davanın görülmekte olduğu mahkemenin yoğunluğu, tasfiye edilecek malların fazlalığı gibi etkenler davanın sonuçlanma süresinde etkili olmaktadır. 

Boşanmada Mal Tespiti Nasıl Yapılır?

Tarafların evlilik birliği içerisinde edinmiş olduğu ve ekonomik değeri olan taşınmaz, araçlar, banka hesabında birikmiş paralar mal paylaşım davasının konusudur. Evlilik birliğinden önce alınmış fakat taksit ödemeleri evlilik birliği içerisinde yapılmış olan mallar da mal paylaşım davasına konu olabilecektir. 

Banka Hesabındaki Para Edinilmiş Mal Mıdır?

Eşlerin evlendikten sonra banka hesaplarında biriktirdiği döviz altın ve paralar edinilmiş mal olup diğer eşin katılma alacağı mevcuttur. Eşlerden biri mal paylaşım davası açtıktan sonra eşinin hesabında birikmiş para olup olmadığını tam olarak bilmiyor fakat böyle bir birikimden şüpheleniyorsa mahkemeden eşinin banka hesaplarından bir birikim olup olmadığı ile ilgili talepte bulunabilir.

Boşanmada Bankadaki Para Paylaşılır Mı?

Eşlerden biri evlilik devam ederken banka hesabında biriktirdiği paranın yarısı kanunen diğer eşe aittir. 

boşanmada ev eşyaları kimde kalır

Evlenmeden önce alınan eşyalar alan kişiye aittir, evlenmeden önce alınıp ödemesi evliyken yapılan veya evlilik birliği içerisinde alınan ev eşyalarında taraflar eşit hakka sahiptirler.

Boşanma Davasında Aile Konutu Kime Verilir?

Boşanma davası devam ederken mahkemece talep üzerine aile konutu eşlerden birinin kullanımına tahsis edebilir.

Boşanma Davasında İlk Kim Açmalı?

Boşanma davasını evlilik birliğinin temelden sarsılmasında karşı tarafın ağır kusurlu olduğunu düşünen kişinin açması gerekmektedir. Fakat davayı ilk açan kişinin, davasının kesinlikle kabul edileceği söylemek  doğru olmayacaktır. Boşanma davasını taraflardan birinin açması halinde karşı tarafın cevap dilekçesi verme hakkı vardır. Bu şekilde karşı tarafta delillerini bildirecektir. Mahkemece bu deliller değerlendirilerek bir sonuca varacaktır. Davayı ilk açan kişinin boşanma sebeplerinde haklı olmadığı anlaşılması halinde davanın reddine karar verilecektir.

Boşanma Davasında Kimler Tanık Olamaz?

Tanıklık bir kamu görevidir. Boşanma davalarında da olaya tanık olan kişiler mahkeme huzurunda bildiklerini doğru bir şekilde söylemekle yükümlüdürler zira yalan tanıklığın cezai yaptırımı bulunmaktadır. Bu nedenle boşanma davalarında görgü ve bilgisi olan herkes tanık olabilmektedir fakat hukukumuzda bazı kişilerin tanıklıktan çekinme hakkı bulunmaktadır bu kişiler;

İki taraftan birinin nişanlısı.

Evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi iki taraftan birinin eşi.

Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyu.

Taraflardan biri ile arasında evlatlık bağı bulunanlar.

Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi kayın hısımları.

Koruyucu aile ve onların çocukları ile koruma altına alınan çocuk. 

Bu kişiler boşanma konusunda mahkemeye tanık olarak bildirildiklerinde kanun hükmü gereği tanıklık yapmaktan çekinme hakkını kullanabilirler.

Boşanma Davasında Hakim Tanıklara Ne Sorar?

Boşanma davasında hakim tanıklara boşanmaya sebep olaylarda görgüye dayalı bilgisinin olup olmadığını sorar olması halinde bunları mahkeme huzurunda anlatmasını ister, her boşanma davası birbirinden farklı olması nedeni ile tanıklara sorulacak sorular davadan davaya değişmektedir.

Yurt Dışında Olan Eşten Nasıl Boşanılır?

Eşin yurt dışında olması halinde anlaşmalı boşanma mümkün değildir fakat açılacak çekişmeli boşanma davası ile boşanma gerçekleşebilmektedir. Çekişmeli boşanma davasında diğer eşin davaya katılımı zorunlu değildir.

Yurt Dışında Yaşayan Türkiye’de Boşanabilir Mi?

Tarafların yurt dışında yaşaması halinde Türk vatandaşları Türkiye’de boşanma davası açabileceklerdir. Boşanmanın yabancı ülkede gerçekleşmesi halinde boşanmanın Türkiye’de de geçerli sayılabilmesi için tanıma ve tenfiz davası açılması gerekmektedir.

Tanıma ve Tenfiz Davası Ne Kadar Sürer?

Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının yabancı ülkede almış oldukları boşanma kararının Türkiye de geçerli olması için açılan dava tanıma tenfiz davası denilmektedir. Dava da görevli mahkeme aile mahkemesidir. Tanıma ve tenfiz davasını açan kişi yurt dışında yaşıyorsa vekili bulunması halinde duruşmaya gelme zorunluluğu bulunmamaktadır.  Tanıma tenfiz davaları açılan mahkemenin yoğunluğuna davanın avukat ile takip edilip edilmemesine göre değişmektedir zira tarafların avukatının olması halinde tebligatların avukata yapılacak olması gibi sebeplerle davanın sonuçlanma süresi kısalmaktadır.

Boşanma Davasında Deliller Nelerdir?

Boşanma davasında boşanmaya yol açan tüm sebepler tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilmektedir. Boşanma davasında ileri sürülen başlıca deliller, tanık, taraflar arasındaki yazışmalar, banka kayıtları, fotoğraflar, sosyal medya paylaşımları, dijital deliller boşanma davasında ileri sürülen başlıca delillerdir.

Bursa Nafaka Avukatı

TMK’da nafaka, yardım ve bakım nafakası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yardım nafakası, TMK’ nın 364’ncü ve 366’ncı maddeleri arasında düzenlenmiştir. Maddeye göre, herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyuna nafaka vermekle yükümlüdür. Bakım nafakası evlenme ve boşanma sonucunda çocuk ve eşler açısından bakma ve dayanışma yükümlülükleri gereğince evlilik birliği devam ederken, boşanma davası sürerken veya boşanma gerçekleştikten sonra tarafların birbirlerinden talep edebildiği nafaka türüdür. Bakım nafakası; kendi içinde tedbir, iştirak ve yoksulluk nafakası olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

1- YARDIM NAFAKASI

Yardım nafakası TMK da düzenlenmiş olan nafaka türlerinden biridir. Yardım nafakasının şartları kişinin yoksulluğa düşecek kadar geçimini sağlayamamış olmasıdır. Bu nafakadan kanun gereği yoksulluğa düşecek kişinin üstsoyu ve altsoyu sorumludur. Bu nedenle kardeşlere karşı yardım nafakası açılamaz. Yardım nafakasının şartlarından bir diğeri ise yardım edecek altsoyun ve üstsoyun yoksulluk içerisinde olmaması gerekmektedir.

2- TEDBİR NAFAKASI

TMK 169. maddesine göre hâkim boşanma veya ayrılık davası süresince eşlerin barınması, geçimi, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen inceler. Eşler, evlilik birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar. Burada uygulamanın esası, eşin diğer eşe göre düzenli ve yeterli gelirinin bulunmaması, gelirinin eşinin gelirine yakın olmadığı hallerde kadın için tedbir nafakası talep edebilmesidir. Ayrı yaşama hakkı bulunan eşin çalışıyor olması, maaşının ve malvarlığının bulunması tedbir nafakası verilmesine engel değildir. Halen evlilik birliği devam ettiğine göre, ayrı yaşamaya haksız olarak sebebiyet veren eş tedbiren nafaka vermekle yükümlü olacaktır. Davacı eşin ekonomik durumunun davalıdan daha iyi olması davalıyı tedbir nafakası yükümlülüğünden kurtarmaz. Fakat, hükmedilecek nafakanın miktarını tayinde bu durum dikkate alınarak hakkaniyet ilkesine uygun bir nafaka tespit edilir. Tedbir nafakasının miktarını belirlemek hâkimin takdir yetkisi içindedir. Medeni Kanun’u 4. Maddesine göre hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği emredilmiştir. Tedbir nafakasına Türk parası olarak hükmedilir. Ancak taraflar arasında anlaşma varsa yabancı para olarak da ödenmesine karar verilir. Tarafların durumlarının değişmesi halinde TMK 200. maddesi gereğince ve eşlerden birinin talebi üzerine hâkim tedbir nafakasının arttırılıp, azaltılmasına veya tamamen ortadan kaldırılmasına karar verebilecektir.

3- İŞTİRAK NAFAKASI

İştirak nafakası velayetin kullanılması kendisine bırakılmayan eş tarafından, ortak çocuğun veya birlikte evlat edinilen çocuğun yetiştirilmesi, barınma, beslenme, sağlık, bakım ve eğitim giderlerinin karşılanabilmesi için eşin sosyal ve ekonomik gücü oranında, velayete sahip olan eşe ödenen nafakadır. İştirak nafakası boşanma, ayrılık veya evliliğin iptali davalarında hakim tarafından bu konuda bir karar vermek zorundadır. İştirak nafakasının miktarının taraflar için belirlenmesinde TMK’nın 182/2. maddesine göre boşanma veya ayrılıkta, velayet kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. Bu husus kamu düzenine ilişkin olup tarafların iradesine tabi kılınmamıştır. Bu nedenle tarafların ekonomik durumu nafakanın miktarını belirleme de önemli bir yere sahip iken eşlerin durumun değişmesi halinde hâkim, tarafların istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir. İştirak nafakası geliri anlaşmalı boşanmada olduğu gibi tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile koşulları oluştuğunda artırılma veya azaltılma yoluyla yeniden belirlenebilir. Burada güven ilkesi esas alınır.

4- YOKSULLUK NAFAKASI

Yoksulluk nafakasında ise boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Yoksulluk nafakasına karar verilebilmesi ve tarafların hak kaybına uğramamaları için öncelikle boşanma avukatı desteği gerekir. İstenecek yoksulluk nafakasının miktarı mutlaka belirli olmalıdır. Yoksulluk nafakasının bir başka koşulu, boşanma sonucu, boşanma yüzünden yoksulluk nafakası talep eden eşin yoksul duruma düşmesidir. Kendisini yoksulluktan kurtaracak derecede malvarlığı veya geliri bulunan eş yoksulluk

nafakası isteyemez. Yoksulluk nafakası talep eden eşin kusur oranı araştırılırken boşanma avukatı tarafından profesyonel destek alarak nafaka davası açması davanın seyrine önemli ölçü de etki etmektedir. Yoksulluk nafakasının miktarı saptanırken nafaka yükümlüsünün ekonomik durumu geliri göz önünde bulundurulurken, nafaka alacaklısının da zorunlu geçim giderleri göz önünde tutularak, her ikisi arasında bir oranlama yapılır. Yoksulluk nafakası alacaklısının veya borçlusunun ekonomik durumlarının değişmesi ve hakseverliğin gerektiği hallerde irat şeklinde olan yoksulluk nafakasının artırılması veya azaltılması boşanma avukatı desteğiyle mahkemeden talep edebilir.

Mevzuatta nafaka avukatı adı altında bir avukatlık dalı tanımlanmamıştır. Bu süreçte profesyonel hukuki yardım almak taraflar için faydalı olacaktır. Tarafların evlilik içinde yaşadığı olayların avukat tarafından tespit edilerek hukuku uyuşmazlıklarda nafaka, mal paylaşımı vb. gibi davalarda davayı profesyonelce yürüterek talep edilebilecek nafaka konusu ve miktarını boşanmaya bağlı olarak gerekli bazı hukuki işlemlerin ve sürelerin yer aldığı işlemlerde avukatın bu süreçlerin öncesi ve sonrasında müvekkilin çıkarlarına hizmet edecek şekilde anlaşmanın sağlanması , davanın açılması, lehe sonuçlanması ve oluşabilecek bir hak kaybının engellenmesi, gerekli delillerin ve ispat niteliğinde olan belgelerin sağlanabilmesi için davaların takibini yaparak tarafların lehine sonuçlanmasında önemli role sahiptir.

Nişanın Bozulması Nedeniyle Hediyelerin İadesi Davası

Türk Medeni Kanunu m.118’de nişanlanmanın evlenme vaadiyle olacağı öngörülmüştür.

Türk Medeni Kanunu m.122’ye göre;

Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir.

Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır.

Nişanın Bozulması Nedeniyle Hediyelerin İadesi Davası

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi  2002/5584 E. 2002/5991 K.

“Nişanın bozulması nedeniyle hediyelerin geri alınması istemine ilişkin davalarda T.M.K.nun 86. maddesine göre kusur aranmamakla birlikte dava konusu yapılan hediyelerin (ve özellikle ziynet eşyalarının) mutad olup olmadığının tespiti konusunda sadece yöresel örf ve adetlerin varlığı yeterli olmayıp tarafların usulünce araştırılıp saptanacak mali ve sosyal durumlarının da dikkate alınması gerekir. Kaldı ki altınlar, mutad eşya kapsamında sayılmamaktadır.

 Davalı (karşı davacı) ise davacıya bir adet altın künye hediye ettiğini iddia etmiş, davalı ise kullanamadığı için diğer altınlarla birlikte saklanması için davacı-karşı davalı Filiz’e teslim ettiğini savunmuştur. Bu durumda künyenin saklanmak üzere davalı-karşı davacıya iade edildiğini ispat külfeti davalıda olup bu hususun tespitinden sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

 O halde, belirtilen nedenlerle, tarafların mali ve sosyal durumlarının da usulünce araştırılarak buna dair belirlenen yöresel örf ve adet ölçüleriyle beraber değerlendirmek ve alyans dışında altınların mutad hediyelerden olmadığı da gözetilmek ve de tüm bu yönleri içerecek nitelikte yeniden bilirkişi raporu alınmak suretiyle sonuca gidilmesi icabederken, bu yönlerden eksik inceleme ve delillerin takdirinde hataya düşülerek sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi   2015/3347 E.  2015/8639 K.

“Kural olarak nişan, evlenme dışında bir nedenden dolayı sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir. Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır. (TMK m.122)
Hediyelerin geri istenebilmesi için alışılmışın dışında hediyelerden olması gerekir. Alışılmış (mutad) hediyelerden kasıt; giymekle, kullanmakla eskiyen ve tüketilen eşyalardır. Giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen eşyaların iadesine karar verilemez. Nişan dolayısıyla verilen hediye, olağan bir hediye ise geri istenemez.
Nişanın bozulması nedeniyle mutad dışı hediyelerin geri alınmasına ilişkin davalarda kusur aranmaz.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre; nişan yüzüğü dışında kalan tüm altın, takı ve ziynet eşyaları mutad dışı hediye olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle nişanın bozulması nedeniyle nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların diğer nişanlıya vermiş oldukları ziynet eşyaları verenler tarafından geri istenebilir.
Hediyelerin verildiği ve iade edilmediği hususu her türlü delille de ispat edilebilir.
Diğer taraftan, TMK’nın 6.maddesi hükmü uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan herbiri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde; gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin, iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir.”

İddet Müddetinin Kaldırılması Davası

Türk Medeni Kanunu m.132’ye göre kadın evlilik sona erdikten sonra 300 gün geçmedikçe evlenemez.

Bu süre beklenmek istemezse kadın, hamile olmadığını sağlık raporuyla kanıtlamalıdır. Ardından mahkemece verilen iddet müddetinin kaldırılması kararı ile kadın bu üç yüz günlük süreyi beklemeden evlenebilecektir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi  2017/7288 E.  2018/2224 K.

Davacı vekili dava dilekçesi ve duruşmadaki beyanında, davalı ile davacınnı 02/05/2013 tarihinde evlenip, 28/11/2014 tarihinde boşandıklarını, davacının boşanma gerçekleşmeden önce hamile kaldığını ve halen 25 haftalık hamileliğinin devam ettiğini, doğumun tahminen Haziran ila Ağustos aylarında alacağını, iddet müddeti içerisinde doğacak çocuk için davalının babalığına, doğum giderleri ve gebelik ve doğumun gerektirdiği diğer giderler için 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminatın ve küçük için aylık 500,00 TL nafakanın davalından alınmasını istemiş; mahkemece, manevi tazminat istemine yönelik dava tefrik edilerek, küçük …’nın babasının … ve Huri oğlu 10/10/1983 doğumlu … olduğunun tespitine, 4.003,00 TL maddi tazminatın davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, tarafların müşterek çocuğu 2015 doğumlu … lehine dava tarihi olan 15/05/2015 tarihinden itibaren her ay işletilecek şekilde 200,00 TL tedbir nafakası verilmesine, kararın kesinleşmesi ile tedbir nafakasının iştirak nafakası olarak devamı ile her ay davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dava babalığın tespiti, TMK 304. maddede düzenlenen mali haklar ve küçük çocuk için nafaka istemine ilişkindir. Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak, davacı 01.09.2015 tarihinde doğum yapmış ve …adı verilen çocuk davacı ile davalı …’nın evlilik birliğine 04.09.2015 tarihinde tescil edilmiştir.
TMK. 285. maddesi “Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.
Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür.
Kocanın gaipliğine karar verilmesi hâlinde üçyüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir. Davacı da evliliğin devamı sırasında hamile kaldığını iddia etmiş ve evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içerisinde doğum yapmış ve çocukta babası hanesine tescil edilmiştir. Mahkemece bu hüküm dikkate alınarak babalığın tespitine yönelik davanın reddine karar verilmesi yerine kabulü doğru görülmemiştir.

Evliliğin İptali Davası

Evliliğin geçersizliği mutlak butlan ve nispi butlan durumlarında söz konusu olur.

Evliliğin mutlak butlan nedenleri TMK m145’te düzenlenmiştir:

Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:

1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,

2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,

 3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,

4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.

Nispi butlan nedenleri ise TMK m.148 – 151 ‘de düzenlenmiştir. Bunlar; Ayırt etme gücünden geçici yoksunluk, yanılma, aldatma, korkutmadır.

Mutlak butlan durumunda TMK m. 146 uyarınca “Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen açılır. Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir.”

Nispi butlan durumunda ise yalnızca eşler ve belli bazı durumlarda yasal temsilciler tarafından dava açılabilir.

Evliliğin İptali Davası

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2017/5989 E. 2018/12811 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından davasının reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkemece verilen 26.02.2015 tarihli karar, Dairemizin; 20.12.2016 tarih, 2016/20616 esas ve 2016/16240 karar sayılı ilamıyla; “Davacı-davalı erkeğin dava dilekçesinde, eşinin şizofreni hastası olduğunu, kendisi veya altsoyunun sağlığı için ağır tehlike oluşturan bu hastalığın kendisinden gizlenerek evliliğin gerçekleştiğini, aldatıldığını beyan ederek Türk Medeni Kanunu’nun 150. maddesi uyarınca nisbi butlan sebebi ile evliliğin iptaline karar verilmesini talep etmiş, davalı-davacı kadın da birleşen dava ile evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı (TMK m. 166/1) boşanma talep etmiştir. Mahkemece asıl dava ve birleşen davanın kabulü ile Türk Medeni Kanunu’nun 145/3. maddesi gereğince tarafların evliliklerinin mutlak butlan sebebi ile iptaline karar verilmiştir. Hakim talepten fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK m. 26). Mutlak butlan sebebi ile açılmış bir dava bulunmadığı halde talepten farklı olarak Türk Medeni Kanunu’nun 145/3. maddesi uyarınca evliliğin iptaline karar verilmesi doğru olmadığı, taraflarca temyiz edilmemiş olsa bile, yasaya açık aykırılık bulunması hallerinde hükmün bozulabileceği ( HUMK m. 439/2), o halde mahkemece yapılacak iş davacı-davalı erkeğin davası yönünden, delillerin nisbi butlan sebebi ile (TMK m. 150/3) evliliğin iptali davası yönünden değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi, davacı-davalı kadın tarafından açılan boşanma davasında ise, erkeğin açtığı nisbi butlan sebebi ile evliliğin iptali davasının, boşanma davası açısından bekletici sorun oluşturacağı gözetilerek, boşanma davasının tefrik edilerek erkeğin açtığı nisbi butlan sebebi ile evliliğin iptali davasının sonucu beklendikten sonra boşanma davası hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmesi” gerektiği yönünde bozulmuş, mahkemece de Dairemizin bozma ilamına uyulmuş, mahkemece kadının boşanma davası tefrik edilmiş, erkeğin nisbi butlan sebebiyle evliliğin iptali davasının ise reddine karar verilmiştir.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalının şizofreni rahatsızlığı olduğu halde, bu hastalığı gizleyerek evliliği gerçekleştirdiği, davacı erkek tarafından evlenmeden sonra hastalığın aktif döneminde bu hususun öğrenildiği anlaşılmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 150/2 maddesi gereğince aldatma sebebiyle evliliğin iptaline karar verilebilmesi için, davalıda mevcut hastalığın davacı-davalının veya alt soyunun sağlığı için ağır tehlike teşkil edecek nitelikte olması zorunludur.
Mahkemece alınan sağlık kurulu raporunda, kadının bu hastalığının 8 yıllık bir mazisinin olduğu, geçmişte zaman zaman yatarak tedavi edilmeye çalışıldığı, evlenme tarihi itibariyle de davalı kadının işbu rahatsızlığının bulunduğu, bu hastalığın doğası gereği evliliğe engel teşkil ettiği, kendisi ve çevresindekiler bakımından tehlike arzettiği, vasi tayininin de gerektiği belirtilmiştir. O halde, kadının sağlık raporu içeriği dikkate alındığında, davalı kadının şizofreni hastalığının, erkek ya da ileri de olması muhtemel altsoyu açısından ağır bir tehlike arzedebileceği ispatlanmıştır. Bu durumda, mahkemece davacı erkeğin davasının kabulüne karar verilecek yerde yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Zina Sebebiyle Boşanma Davası

TMK m.161’e göre;

“Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi   2014/14998 E.  2014/15758 K.

Taraflar arasındaki “boşanma” davalarının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-davalı (kadın) tarafından, kendi davası hakkında verilen hüküm yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkemece, kadın tarafından açılan “zina (TMK.md.161) sebebine dayanan boşanma davası, “ davalının zina yaptığı sabit ise de, davacının eşini affettiği, aftan sonra zinanın devam ettiğinin ispatlanamadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Davalının bir başka kadınla ilişkisinin olduğu, bu kadından 24.07.2010 tarihinde bir çocuğunun bulunduğu, çocuğun annesi tarafından davalı aleyhine 28.02.2011 tarihinde babalık davası açıldığı, davalının babalığına hükmedildiği, kararın 23.10.2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Davacı-davalı kadının eşinin bir başka kadınla ilişkisini öğrenmesinden sonra tarafların barıştıkları ve 2010 yılı Eylül ayında birlikte hacca gittikleri doğrudur. Eldeki boşanma davası 05.10.2011 tarihinde açılmıştır. Davalı aleyhine açılan babalık davasında 13.02.2012 tarihli oturumda dinlenen tanık beyanından ve dosyaya sunulan mesaj dökümlerinden davalının aynı kadınla ilişkisinin tarafların barışmalarından sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır. Af, öncesindeki zina eylemine dayalı olarak dava hakkını ortadan kaldırır (TMK.md.161/son) ise de, sonrasındaki zina eylemine dayalı dava hakkı üzerinde etkili değildir. Davacının affından sonra da davalının aynı kadınla ilişkisinin devam ettiği gerçekleştiğine göre, kadının boşanma davasının kabulü ile tarafların zina (TMK.md.161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

Hayata Kast, Pek Kötü Veya Onur Kırıcı Davranış Nedeniyle Boşanma Davası

TMK m.162 hükmüne göre;

“Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu  2017/2420 E. 2019/750 K.

Görüldüğü üzere, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi ile hâkim tarafından evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediği şartını araştırmaya gerek kalmaksızın, boşanma kararı verilebilecektir. Başka bir deyişle TMK’nın 162. maddesi mutlak bir boşanma sebebi olup bu maddenin üç ayrı boşanma sebebi saydığı söylenebilir.
Şöyle ki, madde metninde geçen “hayata kast” ifadesi ile eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar kastedilmektedir (Akıntürk/Ateş, s. 249; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.110).
“Pek kötü davranış”; eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır. Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir. İşlenen fiilin devamlılık arzetmesi zorunlu olmamakla birlikte pek kötü davranış eyleminin zülüm ve işkence boyutunda olması gerekmektedir (Gençcan, s.184).
Eski Medeni Kanunu’nda yer almayan ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenen “onur kırıcı davranış” ise , eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır (Dural/Öğüz/Gümüş: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.111). Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir.
Hemen belirtilmelidir ki, diğer eşin hayatına kast eden veya pek kötü ya da onur kırıcı davranışta bulunan eşin bunu kasten işlemesi ve ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir.
Madde de sayılan her üç neden için de, kusursuz olan eşin dava hakkı iki hâlde düşer. Bunlardan biri kusursuz eşin, hayatına kastetmiş veya kendisine pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunmuş olan eşini affetmesi; diğeri ise altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olmasıdır.
Somut olaya gelindiğinde; erkek tarafından TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak 21.06.2012 tarihinde genel sebebe dayalı boşanma davası açıldığı, buna karşılık kadının da 27.07.2012 tarihinde TMK’nın 162. maddesinde belirtilen özel sebebe dayalı boşanma davası açtığı, her iki tarafın temyizi üzerine Özel Dairece davalı-karşı davacı kadının davasının kabulü gerektiğine dair bozma kararı verildiği ve tarafların bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda direnme konusu uyuşmazlığın kapsamı davalı-karşı davacı kadının davası ile sınırlıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, tarafların fiilen ayrı yaşamaya başladığı dönemde davacı-karşı davalı erkeğin ortak çocuk Yağmur’u görmek için müşterek haneye gittiği, kapının girişinde tarafların tartışmaya başladıkları, karşılıklı itiş kakış yaşandığı, erkeğin içeri girip eşini yatak odasına götürerek koluna vurduğu, saçını çektiği ve tanık ifadesine göre erkek eşin elinde bir yumak saç kaldığı, bu olay nedeniyle Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/1276 E., 2013/198 K. sayılı dosyasında tarafların yargılanarak ceza aldığı, bu olaydan iki gün sonra da davalı-karşı davacı kadının boşanma davası açtığı, diğer yandan erkeğin eşini etrafta “ahlâksız, içkici” gibi sözlerle kötülediği tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı-karşı davacı kadının ceza dosyasına konu fiziksel şiddet eylemi nedeniyle eşini affettiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır.
O hâlde, davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı, dolayısıyla TMK’nın 162. maddesinde belirtilen koşulların oluştuğu ve kadın eşin karşı davasının kabulü gerektiği belirgindir.
Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Suç İşleme Ve Haysiyetsiz Hayat Sürme Nedeniyle Boşanma Davası

TMK m. 163 hükmüne göre;

“Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2011/21093 E. 2012/15178 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davalının 05.07.2009 tarihinde işlediği kasten adam öldürmek suçundan Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.01.2010 tarihli 170-5 sayılı kararı ile on beş sene hapis cezasına mahkum olduğu dosyaya alınan ceza mahkemesi kararından anlaşılmaktadır. Maddi vakıanın davalının ikrarı ve diğer delillerle sabit olması karşısında ceza mahkemesi kararının kesinleşmemiş olması sonuca etkili görülmemiştir. Kasten adam öldürmek eylemi “küçük düşürücü” nitelikte olup, bu niteliği gereği birlikte yaşamayı davacı eş bakımından çekilmez kılar ve bu suçu işleyen biriyle birlikte yaşaması davacıdan beklenemez. Türk Medeni Kanununun 163. maddesinde yer alan boşanma sebebi gerçekleşmiştir. Boşanmaya karar verilecek yerde isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

Terk Nedeniyle Boşanma Davası

TMK m.164 hükmüne göre;

“Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.

Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.”

Terk Nedeniyle Boşanma Davası

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/3025 E. 2020/6823 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-davacı erkek tarafından, her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle erkeğe kusur olarak yüklenen babasının evine dönen kadını almaya erkeğin gitmemesi, erkeğin ailesinin gitmesi vakıasının erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceğinin, yine de mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen kusur durumları dikkate alındığında erkeğin ağır kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre erkeğin, davacı-davalı kadının davasına yönelik temyiz itirazları yersizdir.
2- Erkeğin kendi davasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Terk sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için, ayrılık en az dört ay sürmüş ve bu durumun devam ediyor olması gerekir. Bu sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz (TMK m.164). Toplanan delillerden, davacı-davalı kadının 26.05.2016 tarihinde müşterek haneden ayrıldığı, ihtarın ise 27.09.2016 tarihinde, kanunda öngörülen (TMK m.164/1) dört aylık süre dolduktan sonra istenildiği anlaşılmaktadır. Olayda bu şarta uyularak ihtar istenmiştir. Terk ihtarı davacı-davalı kadına 05.10.2016 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen kanunda öngörülen iki aylık süre dolmadan birleşen davanın 06.10.2016 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan davalı-davacı erkeğin terke dayalı boşanma davasını kanunda öngörülen iki aylık süre dolmadan açtığı için reddi gerekirken, ihtarın samimi olmaması nedeniyle reddi doğru olmamıştır. Davalı-davacı erkeğin terke dayalı boşanma davasının reddi sonucu itibariyle doğru olduğundan, hükmün, kocanın boşanma davasının reddine yönelik gerekçesi düzeltilmek suretiyle onanmasına karar vermek gerekmiştir (HMK m. 370/2).

Akıl Hastalığı Nedeniyle Boşanma Davası

TMK m.165 hükmüne göre;

“Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2016/3039 E. 2016/6752 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, akıl hastalığı nedeniyle boşanmaya ilişkindir.
Türk Medeni Kanununun 165. maddesi uyarınca, eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse, hastalığın geçmesine olanarak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.
…Hastanesinden alınan resmi sağlık kurulu raporunda davalının hastalığının iyileşmesine olanak bulunup bulunmadığı ile ilgilidir.
Davalının akıl hastalığının diğer eş için çekilmez hale geldiğinin ayrıca kanıtlanması gerekir. Davacı vekilinin bu konuda tanık veya başka bir delil göstermemiş olması karşısında, çekilmezlik hali kanıtlanamamıştır. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulü usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeni İle Boşanma

TMK m.166 hükmüne göre;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.

Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeni İle Boşanma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2-2838 E. 2020/584 K.

14. Anılan maddenin birinci fıkrası gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş, birçok konuda evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime takdir hakkı tanımıştır. Dolayısıyla olayın özellikleri, oluş biçimi, eşlerin kültürel sosyal durumları, eğitim durumları, mali durumları, eşlerin birbirleri ve çocukları ile olan ilişkileri, yaşadıkları çevrenin özellikleri, toplumun değer yargıları gibi hususlar dikkate alınarak evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı tespit edilecektir.

15. Öte yandan, söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma getirecek derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin tek taraflı irade ile boşanma davası açması sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın kusurlu hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine de aykırı düşer (TMK m. 2).

16. Bu durumda anılan madde hükmüne göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmeyip daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2).

17. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; tarafların 28.04.1997 tarihinde evlendiği, 2007 yılından beri ayrı yaşadıkları, eldeki davanın 24.02.2014 tarihinde açıldığı, Özel Dairece davanın ispatlanamadığından reddi gerektiği yönünde hükmün bozulmasına karar verildiği, toplanan tüm delillerin değerlendirilmesi ile de; davalının 11.06.2009 tarihinde açmış olduğu bağımsız tedbir nafakası davasının, davacının, haklı bir nedeni olmaksızın ailesini bırakıp ortak ikameti terk ederek Türkiye’ye döndüğü, ailesinin geçimini temin etmediği ve davalının bu sebeplerle ayrı yaşamada haklı olduğu gerekçesiyle kısmen kabulüne, dava tarihinden itibaren davalı için aylık 150,00TL, çocuklar için 100,00’er TL tedbir nafakasına hükmedildiği ve kararın temyiz edilmeksizin 02.03.2010 tarihinde kesinleştiği, işbu davada da davacı tanıklarının beyanlarında yer alan bir kısım olaylardan sonra evlilik birliğinin devam ettiği, affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olayların kusur belirlemesinde dikkate alınamayacağı, kaldı ki tanık ifadelerinin birliğin temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmadığı, sebep ve saiki açıklanmayan soyut ve inandırıcılıktan uzak olduğu görülmektedir. Bu hâliyle davalının boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurlu bir davranışı ispatlanmamış olup, Türk Medeni Kanunu’nun 166/1-2. maddesi uyarınca evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı sabit olmadığından davanın reddi gerekmektedir. Davalı vekilinin tedbir nafakasına yönelik temyiz itirazları uyuşmazlık konusu olmadığı gibi Özel Dairece bu konuda alınmış bir bozma kararı da bulunmamaktadır.

18. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, taraflar arasındaki evliliğin davacının, davalı tarafından ortak çocuğun kaçırılması sebebiyle şikâyet edilmesi olayından sonra fiilen bittiği, davacının şikâyet sebebiyle cezaevinde kaldığı, bu olayın affedilmediği, davalının annesi olan tanık Hüsne’nin kendi beyanı ile de tarafların evliliklerine müdahalesinin sabit olduğu, davalı eşi tarafından 2007 yılından beri davacıya istek gönderilmediği için ailesinden uzakta yaşamak zorunda kaldığı, bu süre zarfında çocuklarla da görüşemediği, 2007 yılından beri tarafların ayrı yaşaması, davalı eşin Türkiye’ye geldiğinde davacıyla görüşmemesinin dahi evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını gösterdiği, tedbir nafakası ve boşanma davalarının birbirinden farklı olduğu, tedbir nafakası davalarında ayrı yaşamada haklılığı kanıtlamaya yönelik bir yargılama yapıldığı, bu nedenlerle direnme kararının onanması ancak sair temyiz itirazlarına yönelik inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Fiili Ayrılık Nedeniyle Boşanma Davası

TMK m.166/son hükmüne göre;

“Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi   2015/4774 E. 2015/20310 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı erkek tarafından Türk Medeni Kanununun 166/son maddesine dayanılarak dava açılmış, mahkemece ilk açılan boşanma davasında davalı vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğu bu sebeple dava dosyasının halen derdest olduğu ve kesinleşmediği gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Bu durumda muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur (Teb. K. md. 32). Davacı erkek tarafından açılan ilk boşanma davasında davalı kadın vekiline Yargıtay onama kararının tebliği usulsüz de olsa, davalı vekili 24.09.2013 tarihli cevap dilekçesinde davacı eş tarafından daha önce Üsküdar 1. Aile Mahkemesi’nde 2005/628 Esas sayılı dosya ile boşanma davası açıldığını, reddedildiğini, kesinleştiğini ve 04.032014 tarihli cevaba cevap dilekçesiyle de 7 yıldır ayrı yaşadıklarını beyan etmiştir. Bu durumda davalı kadının Yargıtay onama ilamının kendisine tebliğ işlemi ve kararın 02.12.2009 tarihinde kesinleştiğine dair bir itirazının bulunmadığı, dolayısıyla usulsüz de olsa öğrendiğini açıkladığından Yagrıtay onama ilamının tebliğ işleminin geçerli hale geldiği ve red kararının 02.12.2009 tarihinde kesinleştiğinin kabulünün gerektiği anlaşılmaktadır. Taraf beyanları ve tanık beyanlarından da tarafların reddedilen boşanma davasından sonra da bir araya gelmedikleri anlaşıldığına göre davanın kabulü gerekirken, reddi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

Anlaşmalı Boşanma Davası

TMK m.166/3 hükmüne göre;

“Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”

Anlaşmalı Boşanma Davası

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2012/135 E. 2012/1693 K.

Türk Medeni Kanunu 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı boşanma kararı verilebilmesi için; yasadaki diğer koşullar yanında boşanmanın mali sonuçları hususunda taraflarca kabul edilecek bir düzenlemenin mevcut olması ve hakimin de bu düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Davacı kadın son oturumdaki beyanında, herhangi bir nafaka maddi-manevi tazminat talebi bulunmadığını bildirmiş; ancak davalı kocanın bu konulardaki beyanı alınmamıştır. Mahkeme davalı kocanın önceki oturumlardaki boşanmanın mali sonuçlarını içermeyen, boşanmak istediğini, açılan boşanma davasını kabul ettiğine ilişkin beyanını yeterli görerek; herhangi bir delil de toplamadan anlaşmalı boşanmaya hükmetmiştir. Bu durumda; Türk Medeni Kanununun 166/3. maddedeki anlaşmalı boşanma koşullarının gerçekleşmiş olduğundan söz edilemez. Mahkemece, davalı koca temyiz dilekçesinde boşanmak istemediğini bildirdiğinden; davacı kadına, davaya Türk Medeni Kanunu 166/1-2 madde uyarınca çekişmeli boşanma davası olarak devam etmek isteyip, istemediğinin sorulması; devam etmek istemediği takdirde davanın reddine; devam etmek istediğinde ise, taraflara delil bildirme imkanı sağlanarak bildirildiğinde delillerin toplanması ile gerçekleşecek sonuca göre karar verilmesi gerekir. Açıklanan hususlar gözetilmeden; yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; bozmayı gerektirmiştir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2014/10998 E.  2015/3147 K.

Taraflar Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçları, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Anlaşmanın bozulması ile anlaşmalı boşanma hükmü bütünüyle geçersiz hale gelir (HUMK.md.439/2). Bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir.
Açıklanan sebeple, mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Çekişmeli Boşanma Davası

TMK’da sayılan özel ve genel boşanma sebeplerinin varlığı halinde çekişmeli boşanma davası açılabilir. Bu sebepler özel ve genel olmak üzere ikiye ayrılır:

Özel sebepler; Zina, hayata kast, pek kötü muamele, onur kırıcı davranış, küçük düşürücü suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığıdır.

Genel sebepler ise; evlilik birliğinin temelden sarsılması ve fiili ayrılık durumlarıdır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi   2014/14222 E. 2014/14938 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, kocanın davasının zina hukuki sebebine dayalı olarak kabul edilmemesi, kusur belirlemesi, nafakalar, kocanın tazminat taleplerinin reddi ve müşterek evin tedbiren kocaya tahsis edilmemesi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Davacı-karşı davalı kadın ”evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine dayalı olarak, davalı-karşı davacı koca ise, öncelikle zina (TMK. md. 161) sebebine, olmadığı takdirde “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine (TMK.md.166/1-2) dayanarak boşanma davası açmıştır. Zina, mutlak boşanma sebebidir. Sebebin gerçekleşmesi halinde birlik temelinden sarsılmış sayılır. Her iki hukuki sebebe birlikte dayanılmış ise, zinanın ispatlanması halinde, bu sebeple boşanma kararı verilmesi gerekir. Böyle bir durumda artık genel boşanma sebebinin şartlarının gerçekleşip gerçekleşemediğine bakılmaz ve bununla ilgili ayrıca bir hüküm oluşturulması da gerekmez. Toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının, Şener isimli şahıs ile imam nikahlı olarak birlikte yaşadığı, hakkında yakalama emri bulunan Şener’in kadının yaşadığı evde yakalandığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında kadının zinası ispatlanmıştır. Bu durumda, kocanın karşı davası yönünden kadının zinası (TMK. md. 161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, boşanma kararının Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine dayandırılması usul ve yasaya aykırıdır. Ne varki, her iki davada tarafların boşanmalarına dair verilen karar temyiz edilmediğinden kocanın karşı davası yönünden boşanma sebebinin “zina” (TMK. md. 161) olarak değiştirilmesi suretiyle hükmün gerekçesinin düzeltilerek onanması yönüne gidilmiş (HUMK. md. 438/son) ve davalı-karşı davacı kocanın aşağdaki bentlerin kapsamı dışında katan temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Bir başka erkekle evli olmaksızın birlikte yaşayan kadın yararına Türk Medeni Kanununun 175 . maddesi koşulları oluşmadığı halde yoksulluk nafakası ve Türk Medeni Kanununun 169 . maddesi koşulları oluşmadığı halde tedbir nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
3-Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, eşlerin evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK.md,4 TBK.md.50 ve 52 ) dikkate alınarak davalı-karşı davacı koca yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.
4-Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı-karşı davacı kocanın ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. md.4 TBK. md. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davalı-karşı davacı koca yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.

Boşanma Davasında Geçici Önlemler

TMK m.169 hükmüne göre;

“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2-1891 E. 2018/1577 K.

Bu madde, yasal gerekçesinde de işaret olunduğu üzere, yürürlükten kaldırılan 743 Sayılı Medeni Kanunu’nun 137. maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, mahiyeti itibariyle herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. Böylece, öteden beri uygulanagelen bu hükme göre hâkimin, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine dair geçici önlemleri resen alması gerekir.

Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır.

Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.

Dolayısıyla tedbir nafakası takdirine dair kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına dair araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir.

Boşanma ve ayrılık davalarında, tarafların kusur durumu hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hâl değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.

Ayrıca belirtilmelidir ki, Yargıtay içtihatları ile bir başkası ile evlilik dışı birliktelik yaşayan eşe tedbir nafakası verilmeyeceği hususu benimsenmiştir.

TMK’nın 169. maddesi uyarınca takdir edilen tedbir nafakası, açılan boşanma davası kapsamında alınan geçici nitelikteki bir önlem olarak hâkim tarafından yargılama sırasında kaldırılmadığı takdirde boşanma davasında verilen kararın kesinleşmesi ile kendiliğinden sona erer.

Bu ilkeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde, tarafların 20.02.2011 tarihinde evlendikleri, aralarındaki anlaşmazlıklar sebebiyle karşılıklı olarak boşanma davası açtıkları anlaşılmaktadır. Mahkemece 23.11.2011 tarihli ara karar ile davalı-karşı davacı kadın yararına 500,00 TL tedbir nafakasına hükmedilmiş ise de akabinde 19.12.2011 tarihli ara karar ile “kocanın işsiz olduğu, hiç bir gelirinin bulunmadığı” belirtilmek suretiyle sözü edilen tarih itibariyle tedbir nafakasının geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Nihai yargılama sonunda ise davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya yol açan olaylarda bir kusurunun bulunmadığı, davalı-karşı davacı kadının ise başkası ile aşk ve gönül ilişkisi içerisine girdiği, bu sebeple tam kusurlu olduğu gerekçesiyle, erkeğin davasının kabulüyle tarafların boşanmalarına, kadının davasının ise reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece yapılan incelemede; mahkemenin boşanma ve kusur belirlemesine dair gerekçesi onanmak suretiyle kesinleşmiş, karar sadece “tedbir nafakasına” dair olarak bozulmuştur. Yukarıda da açıklandığı üzere mahkemenin direnme gerekçesinin aksine erkeğin gelirinin bulunmaması, kadının çalışıyor olması veya kusur durumu kadın yararına tedbir nafakası hükmedilmesine engel teşkil eden vakıalar değildir.

Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

Boşanma Davasında Maddi Ve Manevi Tazminat

“Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi   2021/3848 E.  2021/5053 K.

“1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı kadının aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Taraflar arasında görülen evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki nedenine dayalı boşanma davasının yapılan yargılaması sonunda, ilk derece mahkemesince davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş ve ferilere hükmedilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı davalı kadın tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İlk derece mahkemesince; davalı kadının, eşinin annesine ”geri zekalı” diye hakaret ettiği, ortak çocuğa kötü davrandığı, çok sayıda erkekle telefonda yazıştığı ve bu erkeklere özel görüntülerini göndermesi nedeniyle sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiş; bölge adliye mahkemesince, davalı kadının bu kusurlu davranışları yanında, davacı erkeğinde eşine şiddet uyguladığı, evden çıkmama konusunda baskı yaptığı ancak yine de kadının ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle, davalı kadının kusur belirlemesine yönelik istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmiştir.
Davalı kadının temyizi üzerine yapılan incelemede; davalı kadının, eşinin annesine “gerizekalı” diye hakaret ettiğine yönelik tanık beyanının zamanı belli olmayan soyut beyan niteliğinde olduğu, çok sayıda erkekle telefonda yazışması ve özel görüntülerini göndermesi vakıasının ise güven sarsıcı davranış niteliğinde olduğu, davacı erkeğin mahkemece belirlenen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında, bağımsız konut temin etmediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. O halde davalı kadının ağır kusurlu olduğu kabul edilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
3-Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurludur. Boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu eş yararına maddi ve manevi tazminata karar verilemez. Davacı erkek yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2 maddesi koşulları oluşmamıştır. O halde davacı erkeğin maddi ve manevi tazminat isteğinin reddine karar vermek gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
4-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK m.175) Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, her hangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davalı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”

Mehir Alacağı Davası

Mehir, erkek eşin kadın eşe dini nikah sırasında yahut sonrasında mal, altın, para gibi maddi değeri olan şeyleri vermeyi taahhüt etmesidir.  Mehir senedinin konusu taşınır ise senet yazılı şekilde, taşınmaz ise resmi şekilde yapılmalıdır. Mehir senedinin sona ermesi boşanma veya ölüm nedeniyle olmak üzere iki tanedir. Boşanma gerçekleştiğinde kadın eş, erkek eş tarafından kendisine verilmesi taahhüt edilen şeylerin verilmemesi durumunda mehir alacağı davası açabilir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2020/4902 E.  2020/5437 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından mehir alacağı davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı-karşı davalı kadın tarafından boşanma davası ile birlikte evlenirken düzenlenen mehir senedi nedeniyle 101 adet cumhuriyet altınının aynen olmadığı taktirde bedelinin iadesi talep edilmiş, davalı-karşı davacı erkek tarafından evlenirken taraflar arasında mehir senedi düzenlenmediği iddia edilmiş olup, Küçükçekmece 6. aile mahkemesinin 2016/224 esas, 2017/408 karar, 07/06/2017 tarihli kararı ile tanık anlatımlarından bu şekilde bir mehir belgesi düzenlendiği ve 101 altın olarak belirlendiği gerekçesi ile mehir alacağı davasının kabulüne karar verildiği, davalı-karşı davacı erkeğin istinaf etmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye mahkemesi 38. Hukuk Dairesinin 2018/397 esas, 2020/768 karar sayılı ilamı ile ” dava konusu mehir eşyalarının taraflar arasında senede bağlanmış olduğu öne sürülmesine karşın delil olarak sunulan senet imzalı değildir. Dolayısıyla kadın, erkeğin senette belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini ve senede bağlı bir ziynet eşyası alacağı olduğunu ispatlamak zorundadır. Evlenme sırasında mehir senedi düzenlendiği konusunda kadının soyut tanık beyanlarının hükme esas alınması tek başına iddiayı ispata yeterli görülmemiştir” şeklindeki gerekçe ile mehir alacağı davasının reddine karar verilmiş, bu karar davacı-karşı davalı kadın tarafından temyiz edilmiştir.
Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesine yer verilmiştir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir. Davacı kadın tarafından dava konusu mehir eşyalarının taraflar arasında senede bağlanmış olduğu öne sürülmesine karşın delil olarak sunulan senet imzalı değildir.
Dolayısıyla kadın, erkeğin senette belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini ve senede bağlı bir ziynet eşyası alacağı olduğunu ispatlamak zorundadır. Davacı kadın mehir senedine dayalı alacak davasını gösterdiği diğer delillerle kanıtlayamamıştır. Ancak, davacı dava dilekçesinde açıkça yemin deliline de dayanmıştır. İspat yükü kendisine düşen ve davasını diğer delillerle kanıtlayamayan davacı tarafa, diğer tarafa yemin teklif etme hakkı hatırlatılıp, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 225 ve devamı maddelerindeki yeminle ilgili usul işlemleri yerine getirilip, gerçekleşecek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.

Yoksulluk Nafakası Davası

TMK m.175 hükmüne göre;

“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi  2016/15074 E. 2017/3735 K.

Dava; tarafların Gölcük 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/239 esas ve 2013/71 karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, boşanma davasında talep olmadığından yoksulluk nafakası hükmedilmediğini, evlilik birliğinin sona ermesinde davalının tam kusurlu olduğunu, davalının maddi durumnun iyi olduğunu belirterek, aylık 500,00 TL yoksulluk nafakasına karar verilmesini talep ve dava edilmiştir.
Davalı; maddi durumunun iyi olmadığını, boşanma kararının kesinleşmediğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; davanın kabulü ile dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ( Aile Mahkemesi’nin 2014/112 esas ve 2014/275 karar sayılı boşanma davası ile mükerrer ödemeye yol açmak kaydıyla) her ay 500,00 TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
TMK’nun 175/1 maddesinde ” boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir” hükmü, aynı yasanın 178. maddesinde de “evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları boşanma hükmünün kesinleşmesi üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar hükmü getirilmiştir.
Somut olayda tarafların Gölcük 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/239 Esas ve 2013/71 Karar sayılı ve 11.02.2013 tarihli kararı ile boşandıkları, boşanma kararının 11.02.2014 tarihinde kesinleştiği, işbu yoksulluk nafakası davasının ise 02.01.2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Yoksulluk nafakası için bağımsız olarak dava açılabilmesinin ön koşulu; taraflar arasındaki boşanma davasının kesinleşmiş olmasıdır. Dava bağımsız açılmış yoksulluk nafakası istemi olduğuna ve taraflar arasındaki boşanma davası kesinleşmeden işbu dava açıldığına göre istemine kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.

İştirak Nafakası Davası

TMK m.182/2 ve 3 hükümlerine göre;

“Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.

Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2021/8556 E.  2021/9484 K.

“1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle 2001 doğumlu ortak çocuk Kübra’nın inceleme tarihi itibarıyla ergin olduğunun anlaşılmasına göre, davalı erkeğin tüm, davacı kadının ise aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre ortak çocuklar 2004 doğumlu … ve 2016 doğumlu …’in ihtiyaçlarına nazaran takdir edilen iştirak nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 4 üncü maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı kadın yararına takdir edilen yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 4 üncü maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
4-Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddî ve manevî tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4 üncü maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51 inci maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddî (TMK m. 174/1) ve manevî (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.”

İştirak Nafakasının Artırılması Davası

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi  2016/21334 E.  2017/10607 K.

1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı/karşı davalı …’in asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-) Davacı/karşı davalı …’in karşı davaya yönelik temyiz itirazlarına gelince;
TMK.nun 175.maddesine göre, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın kusuru daha ağır olmamak koşuluyla, geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında nafaka isteyebilir. Aynı Kanunun 176/4.maddesine göre ise, yoksulluğun ortadan kalkması halinde mahkemece nafaka kaldırılabileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir.
Yargıtay …nun 7.10.1998 tarih ve 2-656-688 sayılı kararında da kabul edildiği gibi yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir. …nun yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması,” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmemiştir. (HGK. 7.10.1998 gün 1998/2-656 E.,1998/688 K. 26.12.2001 gün 2001/2-1158-1185 sayılı ve 1.5.2002 gün 2002/2-397-339 sayılı kararları).
Somut olayda; davacı/karşı davalı kadının boşanma davasının kesinleşmesinden sonra YKM mağazasında çalışmaya başladığı, asgari ücret düzeyinde gelir elde ettiği anlaşılmaktadır. Ancak davacı/karşı davalının aldığı 200TL nafaka ile geçinmesi günümüz ekonomik koşullarında mümkün değildir. Aldığı nafaka ile gelirinin toplamı ise, davalıyı yoksulluktan kurtaracak düzeyde değildir. Zira yoksulluk durumu, günün ekonomik koşulları ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir. Yoksulluk nafakası ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır.
Buna göre; mahkemece, dava tarihindeki şartlara göre davacı/karşı davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığı, asgari ücret sınırındaki gelirinin varlığının yoksulluk nafakasının tamamen kaldırılmasına neden olmayıp indirmeye karar verilebileceği, ancak davalının aldığı nafakanın cüz’i bir miktar olduğu, bu nafaka ile gelirinin toplamının ise davalıyı yoksulluktan kurtaracak düzeyde olmadığı göz önünde bulundurularak karşı davadaki yoksulluk nafakasının kaldırılması talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu bu talebin kabulüne karar verilerek yoksulluk nafakasının kaldırılması doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.

Yardım Nafakası Davası

TMK m.364 hükmüne göre;

“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.

Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.

Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi  2017/10601 E.  2017/5893 K.

1- Dava; yoksulluk nafakası artırım ve yardım nafakası istemine ilişkindir.
Kural olarak tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. (TMK m.176/4) Bu yasal düzenlemeye göre iradın artırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi ya da hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerekmektedir.

Yoksulluk nafakasının artırımına ilişkin davalarda; tarafların ekonomik ve sosyal durumlarındaki değişikliğin, önce kurulan dengeyi bozup bozmadığı göz önünde bulundurulmalı, nafaka alacaklısının ihtiyaçlarını karşılayacak, nafaka yükümlüsünün gelir durumu ile orantılı olacak şekilde hakkaniyet ölçüsünde artırım yapılmalıdır.
Yargıtay’ın bu konudaki yerleşmiş uygulamasına göre; nafaka alacaklısı kadının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsü davalının gelir ve giderinde, nafakanın takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı takdirde; yoksulluk nafakası TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artırılmalı ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan denge korunmalıdır.
Somut olayda;artırımı talep edilen yoksulluk nafakasının 04.02.2014 tarihinde kesinleşen nafaka artırım davası neticesinde belirlendiği,eldeki artırım davasının ise 29.04.2015 tarihinde açıldığı,tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında 2014 yılında yapılan nafaka artırımı sonrasında olağanüstü bir değişiklik olduğuna dair bir iddianın ileri sürülmediği anlaşılmaktadır.
Tarafların sosyal ve ekonomik durumları yönünden yapılan incelemede ise,davacı …’nın ev hanımı olduğu ve geliri bulunmadığı,davacı …’in üniversite öğrencisi olduğu ve gelir bulunmadığı;davalının ise çiftçi olup çalışmadığı,aylık 1.000 TL geliri bulunduğu,üzerine kayıtlı 150 dekar tarlası bulunduğu tespit edilmektedir.Dosya kapsamında bilgilerine başvurulan tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere davalının İtalya’da antika halı tamir işi ile iştigal ettiği ve iyi derecede gelir elde ettiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece;davacı … için hükmedilen aylık 220 TL’lik yoksulluk nafakasının 280 TL artış ile aylık 500 TL’ye yükseltilmesine karar verilmiş ise de,artırım kararının kesinleşme tarihi olan 04.02.2014 tarihinden eldeki artırım davasının açıldığı 29.04.2015 tarihine kadar aradan geçen yaklaşık 1 yıl 2 aylık süre de dikkate alındığında,davacı … lehine hükmedilen yoksulluk nafakasında yüksek oranda artış yapılmış olması doğru görülmemiştir.
2-Bundan ayrı,yardım nafakası TMK’nun 364 vd. Maddelerinde düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanununun 364/1 maddesine göre; herkes yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan alt soyuna nafaka vermekle yükümlüdür. Aynı kanunun 365. maddesinin 2.fıkrasında davanın; davacının geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibaret olduğu düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 328/2.maddesine göre; çocuk ergin olduğu halde eğitime devam ediyorsa, ana ve babasının durum ve koşullarına göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.
Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.1998 gün, 1998/656-688 sayılı ilamında yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Yardım nafakasına karar verilebilmesi için nafaka isteyenin yardım edilmemesi halinde zarurete düşeceğinin anlaşılması gerekmektedir. Zarurete düşme terimi çok sıkıntılı bir durumu ve ekonomik şartları ifade eder. Hükmedilecek yardım nafakasının miktarı yalnızca söz konusu sıkıntılı durumu önlemeye matuftur. Yardım nafakası yoluyla nafaka isteyenin geçiminin ve her türlü gereksinimlerinin sağlanması gerekmez.

Eğitimine devam eden reşit birey kendi emek ve geliriyle yaşamını sürdürmekten yoksun ise ana babasından öğrenimini tamamlayıncaya kadar yardım nafakası isteyebilir. Ne var ki; bunu vermekle yükümlü tutulacak kişilerin geçim sıkıntısına düşürülmemesi asıldır. Bunun için belirlenen nafakanın; davacının geçinmesi için yeterli, nafaka yükümlüsünün geliriyle orantılı olacak şekilde Medeni Kanun’un 4.maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilerek takdir edilmesi gerekir.
Somut olayda;tarafların müşterek çocukları 06.02.1995 doğumlu …’in eldeki davanın açıldığı 29.04.2015 tarihi itibariyle reşit olduğu da gözetildiğinde,davacı … lehine hükmedilen nafakanın tedbir nafakası olmayıp,yardım nafakası olduğunun gözetilmemiş olması da doğru görülmemiştir.
Hal böyle olunca mahkemece;yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar dikkate alınmak suretiyle davacı … yönünden yoksulluk nafakası artırım kararının kesinleşme tarihi olan 04.02.2014 tarihinden eldeki artırım davasının açıldığı 29.04.2015 tarihine kadar aradan yaklaşık 1 yıl 2 aylık süre geçtiği gözetilerek tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, yoksulluk nafakasının niteliği, ekonomik göstergelerdeki değişim ile TÜİK’in yayımladığı ÜFE (TEFE) artış oranı nazara alınarak, önceki nafaka takdirinde taraflar arasında oluşan dengeyi koruyucu oranda artırıma karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yüksek oranda nafaka artışına karar verilmesi ve yine müşterek çocuk …. lehine hükmedilen nafakanın ….’in dava tarihi itibariyle reşit olduğu gözetilmek suretiyle yardım nafakası olduğun dikkate alınarak hüküm tesisi gerekirken,eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş,bozmayı gerektirmiştir.

VELAYET DAVASI

Velayet kurumu ile ilgili TMK’nın ilgili maddeleri şöyledir;

Madde 337– Ana ve baba evli değilse velâyet anaya aittir. Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verir.

Madde 340– Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar. Ana ve baba çocuğa, özellikle bedensel ve zihinsel engelli olanlara, yetenek ve eğilimlerine uygun düşecek ölçüde, genel ve meslekî bir eğitim sağlarlar.

Madde 342– Ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kişilere karşı çocuklarının yasal temsilcisidirler. İyiniyetli üçüncü kişiler, eşlerden her birinin diğerinin rızasıyla işlem yaptığını varsayabilirler. Vesayet makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin hükümler velâyetteki temsilde de uygulanır.

Madde 346– Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.

Madde 351– Durumun değişmesi hâlinde, çocuğun korunmasına ilişkin önlemlerin yeni koşullara uydurulması gerekir. Velâyetin kaldırılmasını gerektiren sebep ortadan kalkmışsa hâkim, re’sen ya da ana veya babanın istemi üzerine velâyeti geri verir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2013/4764 E. 2013/25031 K.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Boşanma kararı ile birlikte ortak çocuğun velayeti davalı anneye verilip kesinleşmiştir. Mahkemece bu kez velayetin değiştirilerek, anneden alınıp babaya verilmesine karar verilmiş ise de; toplanan delillerle annenin velayet görevini kötüye kullandığına veya ihmal ettiğine ilişkin bir delil elde edilememiştir. Velayeti üstlenen anne veya babanın tekrar evlenmiş olması; tek başına velayetin değiştirilmesi için yeterli değildir. Çocuğun menfaati (üstün yararı) gerektirdiği takdirde, velayet değiştirilebilir (TMK.md.349). Velayetin değiştirilmesinin çocuğun menfaatine olacağına ilişkin bir delil de mevcut değildir. O halde; velayetin değiştirilmesi talebinin reddine karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde kabulü isabetsiz olmuş, bozmayı gerektirmiştir.

Velayetin Değiştirilmesi Davası

TMK m.183 hükmüne göre;

“Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re’sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2017/3059 E. 2017/7002 K.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Velayeti dava konusu olan ortak çocuk … 16.12.1999 doğumlu, … 23.11.2006 doğumlu olup dava tarihi itibariyle idrak çağındadır. Ortak çocuklar kendilerini yakından ilgilendiren velayet konusunda mahkemece dinlenilmemiş, görüşlerine başvurulmamıştır. Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddeleri, iç hukuk tarafından çocuğun idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda, çocukların adli merci önündeki kendilerini ilgilendiren davalarda kendi görüşlerini ifade etmesine müsaade edilmesini ve yüksek çıkarlarına açıkça ters düşmediği takdirde ifade ettikleri görüşlerine gereken önemin verilmesi gerektiğini öngörmektedir. Bu itibarla; idrak çağındaki çocukların mahkemece görüşlerine başvurulması ve velayetle ilgili tercihlerinin sorularak tüm deliller birlikte değerlendirilip, sosyal inceleme raporu alınarak velayet hakkında sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Boşanmanın Tanınma Ve Tenfizi Davası

Yabancı ülke mahkemesi tarafından boşanma kararı verilmişse bu kararın Türkiye’de geçerli olabilmesi için boşanmanın tanınması davası açılmalıdır.

Yabancı ülkece verilen boşanma kararına ek olarak fer’i nitelikte bir hüküm de verilmişse bu hususun Türkiye’de geçerli olabilmesi için bu kararın tenfizi gereklidir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi   2012/1905 E. 2012/4685 K.

Özlem ile Tunçay aralarındaki katkı payı alacağı davasının kabulüne dair (Kayseri Birinci Aile Mahkemesi)’nden verilen 16.07.2010 gün ve 421/784 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde is­tenilmiş olmakla dosya incelenerek temyiz isteğinin süresi içinde olduğu an­laşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı Özlem vekili, evlilik içinde alınan ve davalı adına tescil edilen 2729 ada 3 parseldeki 8 numaralı dairenin alımında vekil edeninin yurtdışında çalışmaları ile edindiği kazancı ve altınlarını bozdurarak davalının babasına ev alınması amacı ile vererek katkıda bulunduğunu açıklayarak 60.000 TL’nin yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Tunçay’a usulüne uygun şekilde dava dilekçesi tebliğ edilmesine rağmen duruşmalara gelmediği gibi bir cevap da vermemiştir.

Mahkemece; davanın kabulü ile davacının katkı alacağı olarak belirlenen 60.000 TL’nin 30.05.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edil­miştir.

Taraflar 08.10.1996 tarihinde evlenmişler, dosyada bulunan tercüme evrakına göre davacı Özlem tarafından açılan dava sonunda Fürstenfeldbruck Sulh Mahkemesi Aile Davaları Şubesi’nin 09.10.2009 tarih003 F1023/08 nu­maralı dosyasında verilen karara göre boşanmışlar ve yabancı mahkeme kararı 30.09.2009 tarihinde kesinleşmiştir.

Ancak; yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan kararların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağ­lıdır (5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun m. 50). Bundan ayrı yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi için, yabancı ilamın tenfiz koşullarını taşıdığının mahkemece tespiti gerekir (5718 s. MÖHUK m. 58). Tenfiz kararı sadece yenilik doğurucu (usuli) bir hükümdür. Türk Hukukuna göre, yabancı bir mah­keme hükmünün tenfiz edilebilmesi için, bu mahkeme hükmünün verildiği ülke hukukuna göre kesin ve icra edilebilir olması şarttır. Ancak, yabancı mahkeme hükmü Türkiye’de icra edilebilirlik gücüne sadece ve münhasıran Türk Hu­kukuna göre verilen bir tenfiz kararıyla sahip olabilir.

Her ne kadar Almanya Fürstenfeldbruck Mahkemesi’nin verdiği bo­şanma kararı 30.09.2009 tarihinde kesinleşmiş ve verildiği ülkede kesin delil ve kesin hüküm olarak kabulü sonucunu doğurabilmekte ise de, kararın Türkiye’de uygulanabilmesi ancak, bir tenfiz kararı verilmesi halinde mümkün olabilecektir (MÖHUK m. 50).

Ne var ki, Yargıtay duruşması sonunda dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesi üzerine yapılan araştırma ve gelen aile nüfus kaydına göre ortada tenfiz edilmiş bir karar veya bu amaçla açılmış bir derdest dosya söz konusu değildir. Türk Hukuku bakımından taraflar halen evlidir. Bu husus, eldeki davanın görülebilmesinin ön koşulunu oluşturmaktadır. Çünkü, taraflar Türk vatandaşıdırlar. Bu sebeple mahkemece, davanın görülebilirlik ön koşulu olan tanıma veya tenfiz davası olmadığı, tarafların Türk Hukuku bakımından halen evli oldukları dikkate alınarak davanın esasına girilmeksizin bu yönden reddine karar verilmesi gerekirken bu husus gözden kaçırılarak işin esası ile ilgili yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır.

Aile Konutu Tespit Davası

TMK m.194 hükmüne göre;

Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.

Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.

Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi  2019/5110 E.  2019/8865 K.

1-Dava, aile konutundan kaynaklanan tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, satış işleminin gerçek olduğu, davacının satıştan haberdar olmamasının hayatın olağan akışı karşısında inandırıcı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları smırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “Konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma, aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple, tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “Belirli olan” bir işlem için verilebilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte, Türk Medeni Kanunu’nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin
diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun başkası adına devir edilerek, tescil edilmesi gibi “Tek başına” bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “Açık” olması gerekir.
Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutunun diğer davalı … adına devir ederek tescil ettirmiş, bu işlem sırasında davacı eşin açık rızası alınmamıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 15.04.2015 tarih, 2013/2-2056 esas, 2015/1201 karar günlü kararında açıkça ifade edildiği ve Dairemizce de aynen benimsendiği üzere eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “Açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “Geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında yukarıda açıklanan yasal düzenleme ile ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
2-Davacı, dava dilekçesinde; aile konutunun davalı eş tarafından diğer davalı …’a satıldığını ileri sürerek, dava konusu taşınmaza aile konutu şerhi konulmasını, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş … adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece, davaların reddine karar verilmiştir. Davacının, aile konutu şerhi konulması davasının dinlenilebilmesi için, tapu iptal tescil davasının kesinleşmesi gerekmektedir. Aksi takdirde aile konutu şerhi konulması davasının incelenmesi hukuken mümkün değildir. O halde aile konutu şerhi konulmasına ilişkin davanın, tapu iptali ve tescil davasından tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilmesi, tapu iptali ve tescil dosyasının bekletici mesele yapılıp, sonucunun beklenmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, bu yön nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Mal Rejimi Sözleşmesinin İptali Davası

Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır.

TMK m.203 hükmüne göre; “Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri mal rejimini ancak kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler.”

Eşler arasında yapılan mal rejimi sözleşmesi irade sakatlığı gibi nedenlerin varlığı halinde iptal edilebilir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi  2016/10565 E. 2017/8506 K.

Davacılar …, …, … ve … vekili, davalılar arasında yapılan Üsküdar 6.Noterliğinde düzenlenen 21.03.2014 tarih, 21756 yevmiye sayılı mal ayrılığı sözleşmesinin muvazaalı olduğundan bahisle geçersizliğinin tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar … ile … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, edinilmiş mal rejiminden mal ayrılığına geçiş sözleşmesinin taraflar açısından özgürce yapılabilmesi mümkün ise de bu sözleşme ile taraf dışındaki kişilerin hukukunu olumsuz etkileyen veya ortadan kaldıran sözleşmelerin hiçbir şekilde yapılamacağı gerekçesiyle davalı eşler arasında yapılan mal ayrılığı sözleşmesi davacıların hukukunu etkiler nitelikte olduğundan söz konusu mal ayrılığı sözleşmesinin geçersizliğine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davalılar 24.09.1984 tarihinde evlenmiş olup, 21.03.2014 tarihinde Üsküdar 6.Noterliğinde mal ayrılığı sözleşmesi yapmışlardır. Edinilmiş mallara katılma rejimi dışındaki diğer mal rejimlerinin benimsenmesine ilişkin sonradan yapılan sözleşmeler ancak ileriye etkili olarak yapıldığı tarihten sonraki dönem için sonuç doğurur. Dolayısıyla davalılar arasında yapılan mal ayrılığı sözleşmesi yapıldığı tarihten sonrası için geçerlidir. Bundan ayrı, 4721 sayılı TMK’nun 213.maddesi “ Mal rejiminin kurulması, değiştirilmesi veya önceki rejimin tasfiyesi, eşlerden birinin veya ortaklığın alacaklılarının, üzerinden haklarını alabilecekleri malları sorumluluk dışında bırakamaz. Kendisine böyle mallar geçmiş olan eş, borçlardan kişisel olarak sorumludur; ancak, söz konusu malların borcu ödemeye yetmediğini ispat ettiği takdirde, bu ölçüde kendisini sorumluluktan kurtarabilir.” hükmünü amirdir. Açıklanan hususlar karşısında, davalılar arasında yapılan mal ayrılığı sözleşmesinin davacıların haklarını etkilemesi söz konusu değildir. Bu nedenle davacıların iş bu davayı açmakta hukuki yararları bulunmamaktadır. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır.

Eşya Ve Ziynet Alacağı Davası

TMK m.226 hükmüne göre;

“Her eş, diğer eşte bulunan mallarını geri alır.

Tasfiye sırasında, paylı mülkiyete konu bir mal varsa, eşlerden biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, daha üstün bir yararı olduğunu ispat etmek ve diğerinin payını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir.

Eşler karşılıklı borçları ile ilgili düzenleme yapabilirler.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi   2018/5708 E.  2018/13056 K.

Davacı; davalının eve sabaha karşı ve alkollü gelmeleri çoğalınca tartışmaların da arttığını, son olarak davalının müşterek haneye 14/12/2014 pazar sabahı saat 06:00’da geldiğinde tartışma yaşanması üzerine müşterek haneyi terk ettiğini, düğün esnasında takılan 10 bilezik, 2 metrelik zincir ve 100 adet çeyrek altının davalının ailesi tarafından elinden alındığını, satılarak parasının davalının ailesi tarafından kullanıldığını ileri sürerek, ziynet eşyalarının aynen iadesine, aynen iadenin mümkün olmaması halinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 20,000 TL bedelinin ödenmesine karar verilmesini dava ve talep etmiş, 03.03.2016 tarihinde talebini 29.740 TL’ye yükseltmiştir.Davalı; davacı kadının eşine karşı daha ağır kusurlu ve sadakatsizlik yaptığının ispatlandığı durumlarda davaya bakan Mahkemenin davacı kadının edinilmiş mal ve katkı payı alacaklarını tamamen ya da kısmen indirme durumunun mevcut olduğunu, davacının kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini istemiş, 19.11.2015 havale tarihli beyan dilekçesinde ise düğün takılarından 6 adet bilezik ile 2 metrelik altın zincirin davalının ablası tarafından davacıya emanet olarak verildiğini, düğünden sonra da iade edildiğini, belirtilenden daha az sayıda küçük altın takıldığını, bu küçük altınların davacının izni ve geri iade edilmesi talep edilmeksizin evlerinin inşaatında kullanıldığını, davacıya emanet bilezikler haricinde 4 adet bilezik takıldığını, bu bileziklerin de yine davacının izni ve geri iade edilmesi talep edilmeksizin davacının dişlerinin yaptırılmasında kullanıldığını, kalan takıları da evden kaçarak ayrılırken yanında götürdüğünü belirterek davanın reddini istemiştir.Mahkemece; davanın kabulüne, 81 adet çeyrek altın, 22 ayar 20’şer gram 5 adet bilezik ve 2 metre 18 ayar zincirden oluşan ziynet eşyalarının davalı tarafça davacıya aynen iadesine, bunun mümkün olmaması halinde 29.740,00 TL ziynet eşyası bedelinin dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalının sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Bir hükmün neleri içermesi gerektiği HMK’nın 297. maddesinde tek tek sayılarak ayrıntılı biçimde gösterilmiştir. Buna göre hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu şekilde dava sonunda mahkemenin kimin lehine, kimin aleyhine karar verdiği, davacının talebinin ne kadarının kabul edildiği, davalının neye göre mahkum edildiği tereddütsüz şekilde anlaşılmalıdır. Biçim koşullarının getiriliş amacı, hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır ve dava içinden yeni davaların doğmasına neden olur. İİK’nun 24/4.maddesi gereğince; aynen iadeye karar verilmesi halinde iade edilecek eşyaların cinsi, niteliği, özellikleri, gram ağırlığı vb. gibi özelliklerinin ayrıntılı belirtilmesi gerekir.Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler gereğince ziynet eşyalarının aynen iadesine karar verilmişse, hüküm fıkrası açık olmalı, duraksama yaratmamalı, hükümde aynen iadesine karar verilen ziynetlerin gram ve ayarları açık olarak yazılmalıdır. Ancak hükümde, bilirkişi raporunda tespit edilen ve iadesine karar verilen ziynet eşyalarının cins, nitelik miktar (gram ve ayarı) ve değerlerinin, ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken gösterilmemesi doğru görülmemiştir.Ne var ki, bu yanılgının düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün dosyada bulunan ve hükme esas alınan 20.01.2016 havale tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda düzeltilerek onanması HUMK 438/7. maddesi gereğidir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün 1. fıkrasında yer alan; “81 adet çeyrek altın, 22 ayar 20’şer gram 5 adet bilezik ve 2 metre 18 ayar zincirden” ifadesinin çıkartılarak yerine “ 81 adet çeyrek altın (12.960,00 TL), 22 ayar 20’şer gram 5 adet bilezik (9.400,00 TL) ve 2 metre 18 ayar 90 gr zincirden (7.380,00 TL)” ifadesinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminin Tasfiyesi Davası

TMK m.271 hükmüne göre;

“Mal rejimi eşlerden birinin ölümü, diğer bir mal rejiminin kabul edilmesi veya eşlerden biri hakkında iflâsın açılmasıyla son bulur.

Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer.

Ortaklık mallarıyla kişisel malların kapsamının belirlenmesinde mal ortaklığının sona erdiği tarih esas alınır.”

TMK m.275 hükmüne göre;

“Mal rejimi sona erince, mevcut ortaklık mallarının değerlendirilmesinde tasfiye anı esas alınır.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/5345 E.  2021/8998 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı kadın tarafından temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 01.12.2021 günü temyiz eden davacı-davalı … vekili Av. … geldi. Karşı taraf davalı-davacı … ile vekilleri gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-davalı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yersizdir.
2-Davacı-davalı kadının karşı dava konusu 62 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarının incelemesine gelince;
Tasfiyeye konu malın, bedelinin tamamının ya da bir kısmının kredi ile karşılanması durumunda, kredi veren kuruluşa yapılan geri ödemelerin isabet ettiği dönemden, miktarından ve taksit sayısından hareketle mal rejiminin tasfiyesi sonucunda eşlerin alacak miktarları belirlenir. 4721 Sayılı TMK’nin 202/1 inci maddesi gereğince edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan ödemelerde, eşler lehine değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacağı hakları doğabilecektir. Kredi borcu ödemelerinin bir kısmının mal rejiminin devamı süresince, bir kısmının da daha sonraki tarihlerde yapılmasında, mal rejiminin geçerli olduğu dönemin sonrasına sarkan ödemeler, dava konusu taşınmazın borcu kabul edilerek tasfiye gerçekleştirilir.
Yukarıda açıklandığı gibi iki döneme yayılan kredi borcu ödeme tablosu mevcut olduğunda; öncelikle, mal rejiminin sona erdiği tarihte henüz vadesi gelmediği için ödenmemiş kredi borç miktarının, toplam kredi borcuna oranı bulunur. Sonra bulunan bu kredi borç oranının, taşınmazın toplam satın alım bedeli karşısındaki oranına dönüşümü gerçekleştirilir. Tespit edilen bu oranın, taşınmazın tasfiye tarihindeki (karara en yakın) sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmasıyla borç miktarı belirlenir. Bu ilke ve esaslara göre saptanan taşınmazın borç miktarı, tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşüldükten sonra kalan miktar, değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacağı hesaplamasında göz önünde bulundurulur.
Buna göre; öncelikle, tasfiyeye konu malın satın alma bedeli, bunun krediyle ve varsa kredi dışında eşlerin kendi imkanları ile karşıladıkları miktarlar ve oranları ile tasfiye (karara en yakın) tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ayrı ayrı belirlenmelidir.
Açıklamalar doğrultusunda hesaplama yapılabilmesi için, iddia ve savunma çerçevesinde, malın satın alınmasına ilişkin akit tablosuyla birlikte tapu/trafik kaydı, kredi sözleşmesi ve kredi borcu ödeme tablosu dahil finans kuruluşu kayıtları, ihtiyaç duyulması halinde eşlerin malın alınmasında katkı olarak kullandıklarını ileri sürdükleri mal varlıklarına ilişkin sair belgeler bulundukları yerlerden getirtilerek uyuşmazlığın çözümünde göz önünde bulundurulmalıdır. Uyuşmazlığın çözümünde kullanılabilecek belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden oluşan kurulundan da yardım alınmalıdır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Somut olayda, mahkemece, dava konusu taşınmazın edinilmesinde kullanılan kredinin evlilik birliği içinde yapılan ödemelerin oranlaması yapılarak artık değere katılma alacağı belirlenmiş ise de, kredinin toplam taksit miktarı ve boşanma dava tarihinde sonra kalan taksit miktarı yönünden hata yapılmış, boşanma dava tarihinden sonra toplu ödeme ile kredinin kapatılması gözden kaçırılmıştır. Şöyle ki, ilgili bankadan gelen yazı cevabı ekinde bulunan kredi sözleşmesi ve kredi borcu ödeme tablosuna göre taşınmazın edinilmesinde kullanılan kredinin 48 ay vadeli olduğu, boşanma dava tarihine kadar (15.04.2009) 16 aylık taksitin ödendiği, boşanma dava tarihinden sonra 32 aylık taksitin kaldığı ancak davacı-davalı kadın tarafından boşanma dava tarihinden sonra 24 ayda toplu ödeme ile kredinin kapatıldığı anlaşılmaktadır. O halde, mahkemece, yukarıda açıklanan Dairemizin ilke ve uygulamalarına göre, peşinat ile tasfiyeye konu taşınmaz için kullanılan kredinin boşanma dava tarihinde kadar yapılan kredi ödemelerinin toplam kredi ödemelerine ve edinme değerlerine oranlaması yapılarak sonucuna göre artık değere katılma alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen bölge adliye mahkemesi kararının yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan bölümlerinin ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için takdir olunan 3.815,00 TL vekâlet ücretinin Ali’den alınarak Gülser’e verilmesine,

Değer Artış Payı Alacağı

TMK m. 227 hükmüne göre;

“Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ve bu alacak o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır; bir değer kaybı söz konusu olduğunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır.

Böyle bir malın daha önce elden çıkarılmış olması hâlinde hâkim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler.

Eşler, yazılı bir anlaşmayla değer artışından pay almaktan vazgeçebilecekleri gibi, pay oranını da değiştirebilirler.”

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi  2015/3492 E.  2016/12417 K.

Davacı … vekili, evlenmeden önce davacı adına kayıtlı olan taşınmazı evlendikten sonra davacının davalı adına kayıt ettirdiğini, taşınmazın evlilik birliğinden önceki kazanımları ile alındığını belirterek, davacının yaptığı katkı nedeniyle 1.000,00 TL alacağının davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili, taşınmazı davalının, davacıdan ziynet eşyalarının bedeli, kızı ve kardeşinden aldığı maddi destek ile satın aldığını iddia ederek açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın bedelsiz olarak davalıya bağışlandığı, bağıştan rücu şartlarının oluşmadığı, bağışlanan mal nedeniyle katılma alacağı istenemeyeceği, değer artış payı alacağına ilişkin somut bir vakıa ve talep ileri sürülmediğinden davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal rejimin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 285.maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s. 344,Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. B., İstanbul 2002, s. 222). Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz (TBK m. 285/3).

-//-
Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşüncesiyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.
Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M. Alper: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. 1, 3. B., İstanbul 2013, s. 205; Zeytin, Zafer:Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., …2008, s. 144).
Yukarda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Dairemizin uygulamalarına göre, duraksamaya yer vermeyecek şekilde bağış iradesinin ortaya koyacak beyan ve davranış yoksa, salt davacı adına kayıtlı olan taşınmazın bedelsiz olarak davalı adına tescil edilmesi işlemi tek başına bağış olarak kabul edilmesi için yeterli değildir. Bu itibarla eldeki davada dava dilekçesindeki beyanların bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, esasen beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, taşınmazın davalı eş adına tescil edildiği anlaşılmakla, talep uyarınca iddia ve savunma çerçevesinde mal rejiminin tasfiyesi hakkında karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeksizin yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.

Eksik Katılma Alacağı

TMK m.241 hükmüne göre;

“Tasfiye sırasında, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir.

Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.

Yukarıdaki fıkra hükümleri ve yetki kuralları dışında mirastaki tenkis davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.”

Yargıtay  8. Hukuk Dairesi    2015/911 E.  2016/8977 K.

Davacı … vekili, evlilik birliği içinde 184 ada 186 parsel sayılı taşınmazın davalı eş adına edinildiği, davalı eşin diğer davalıya alacağı azaltmak kastıyla devrettiğini belirterek taşınmaz nedeniyle 10.000,00 TL alacağın davalılardan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili 28.05.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep miktarını artırarak toplam 30.663,50 TL alacağın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, taşınmazı kendi birikimleri, kişisel malı olan aracın satışından elde edilen para ve babasının kredi çekerek verdiği para ile aldığını belirterek açılan davanın reddini savunmuştur.
Davalı …’a usulüne uygun tebligat yapılmasına rağmen cevap dilekçesi sunmamış, davayı takip etmemiştir.
Mahkemece, davanın kabulü ile, 30.663,50 TL alacağın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Hüküm, davalı … vekili ve davalı … tarafından temyiz edilmiştir.
1-Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden (TMK m. 229) ve denkleştirmeden (TMK m. 230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK m. 219) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK m. 231) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK m. 236/1). Katılma alacağı Yasa’dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.
Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır (TMK m. 227/1, 228/1, 232 ve 235/1). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.
Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222).
Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Somut olaya gelince; eşler, 24.07.2005 tarihinde evlenmiş, 31.10.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202/1). Tasfiyeye konu 184 ada 186 parsel sayılı taşınmaz, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 09.01.2009 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir. Davalı eş taşınmazı 22.07.2011 tarihinde diğer davalı …’a satmıştır. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179).
Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;
Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde, davalılardan eski eş …. cevabında katılma alacağına konu edilen taşınmazın alımında kişisel malı niteliğinde bulunan …. marka aracın satışından elde edilen para ve babasının bankadan kullandığı kredi ile kendisine yardımda bulunduğunu ileri sürmüş bu husus tanık beyanları ile doğrulanmıştır. Bu durumda, ilgili banka kayıtları delil listesinde bildirildiğinden bankadan kayıtların getirtilip miktarın araştırılması, miktarı ve niteliği itibariyle davalıya verilebilecek nitelikte olup olmadığının araştırılması; ayrıca gerkirse davalıdan HMK 31. maddesi çerçevesinde açıklama istenilerek, …. marka aracın trafik sicilinden sicil kaydı ve satış belgelerinin getirtilerek, aracın satış ve alacak talebine konu taşınmazın alım tarihleri karşılaştırılarak aracın satışından elde edilen paranın taşınmazın alınmasında kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı değerlendirilip; gerek davalının babası tarafından yapılan yardımın gerekse aracın satışından elde edilen paranın taşınmazın alınmasında kullanıldığı sabit kabul edildiği takdirde, TMK 230/3 maddesi uyarınca davacı yararına denkleştirme yapılacağı düşünülmesi; Dairemiz ilke ve içtihatları doğrultusunda hesaplama yapılması için uygun bilirkişi veya bilirkişilerden bilirkişi raporu alınması ve gerçekleşecek sonuca göre bu aşamada sadece alacaktan davalı eski eş olan ….’in sorumlu olabileceği gözetilerek karar verilmesi gerekirken, mahkemece, bu konuda eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.
3-Toplanan delillerden davalı eski eş ….’in, diğer davalı …’a edinilmiş mal niteliğinde olan taşınmazı devretmesi, TMK m. 229/2 uyarınca artık değere katılma alacağı hesabında eklenecek değer niteliğindedir. Aynı maddenin son fıkrasında ( TMK m. 229/2-son) ise; bu gibi kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararının, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Bu tasarruflardan kaynaklanan katılma alacağından öncelikle, davalı eş …. sorumludur. Bu aşamada diğer davalı ile birlikte müteselsil sorumluluğu oluşmamıştır. Diğer yandan, bu gibi kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı dava açılabilmesinin koşulları da, TMK 241. maddesinde düzenlenmiştir. İşte, belirtilen bu ihbarın yapılmış olmasının yaratacağı hukuki sonuç; üçüncü kişi aleyhine sonradan aynı Kanun’un 241. maddesine dayanılarak alacak davası açıldığında, 229. maddedeki kazandırma veya devir koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin yeniden araştırma konusu yapılmamasıdır.
Eşin talep hakkı, edinilmiş malın mülkiyetine yönelik bir ayni hak olmayıp, malın değeri üzerinden hesaplanan bir alacak hakkı niteliğinde olduğundan; karşılıksız kazandırma veya devrin yapıldığının tespit edilmesi halinde, işlemin (tasarrufun) iptaline karar verilemez ve eşle birlikte üçüncü kişi davalı olarak gösterilse bile, bu aşamada davacı lehine hüküm altına alınan katılma alacağından üçüncü kişi sorumlu tutulmaz. Üçüncü kişi hakkında eşle birlikte dava açılması halinde; kararda TMK. 229. maddesindeki amaç ve doğrultuda üçüncü kişi lehine kazandırma veya devir yapıldığının tespit edilmiş olması yeterlidir. İlk aşamada hüküm davalı eski eş yönünden karara bağlanacak ve davalı eski eş yanında davalı gösterilen üçüncü kişi yönünden bu dava aynı zamanda TMK.229/2-son maddesindeki ihbar işlevini de yerine getirmiş olacaktır. Bu sonuç, ancak hüküm altına alınan katılma alacağının tahsili aşamasında borçlu eşin malvarlığı ya da terekesinin borcu ödemeye yetmediğinin anlaşılması durumunda, sonradan üçüncü kişi aleyhine eksik kalan ve kazanılan miktarla sınırlı olarak alacak davası açılabileceği; bir başka anlatımla, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi tasfiye borcunu ödemeye yetiyorsa, hiçbir zaman lehine kazandırma yapılan üçüncü kişi davacıya ödenecek katılma alacağından sorumlu tutulmayacağına ilişkin TMK. 241. maddesi hükmüyle de uyumlu olacaktır.
Borçlu eşin malvarlığının ya da terekesinin tasfiye borcunu karşılamaya yetip yetmediği ise; ancak alacağın tahsili sürecinin sonunda belli olacağından; üçüncü kişinin mal rejiminin tasfiyesine ilişkin kararın verildiği aşamada borçtan sorumlu tutulması doğru olmayacaktır. O halde, mahkemece, 2. bent kapsamında yapılan araştırma ve inceleme neticesinde davacının katılma alacağı tespit edilmesi halinde, alacaktan davalı eş ….’in sorumluluğuna hükmedilmesi; eşden kazandırma veya devralan üçüncü kişi konumundaki diğer davalı hakkındaki alacak talebi hakkında HMK 167. maddesi uyarınca üçüncü kişiye (davalı …’a) karşı açılan dava hakkında ayırma kararı verilerek davanın ayrı bir esasa kaydının sağlanması; bu davada eski eş ….’e karşı açılan katılma alacağı davası sonucunun ve alacağa karar verilmiş ise, eşden tahsil edilebilme durumunun HMK.165/1. maddesi gereğince “bekletici sorun” yapılması, eş hakkındaki alacak davasının kesinleşmesi ve davalı eşten alacağın tahsil edilememesi halinde üçüncü kişi diğer davalının sorumluluğu doğacağı düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi de usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.

Soybağının Reddi Davası

TMK m.286 hükmüne göre;

“Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır. Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve kocaya karşı açılır.”

Soybağının Tespiti Dava Şartları

Yargıtay  2. Hukuk Dairesi   2021/5886 E.  2021/9694 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava soybağının reddi istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince Adli Tıp kurumu raporu ile sabit olduğundan davanın kabulü ile soybağının reddine karar verilmiştir. Bu hükme karşı davalılar tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Geniş anlamda soybağı bir kimsenin üst soyu ile olan kan bağını; dar anlamda soybağı ise, bir kimsenin sadece ana-babasıyla arasındaki biyolojik bağını ifade etmektedir. Bir kişi (çocuk) ile kendilerinden biyolojik (genetik) olarak türemiş olduğu kişiler arasındaki bağa doğal soybağı (biyolojik nesep), hukuk düzeni tarafından aranan bazı koşulların gerçekleşmesiyle, bir çocuğun hukuki olarak bir ana-babaya bağlanması sonucunda, ana-baba ile çocuk arasında kurulan bu hukuki ilişkiye ise hukuki soybağı (hukuki nesep) denir. Buna göre soybağı, bir kimseyle ana-babası arasındaki doğal ve/veya hukuki bağ olarak tanımlanmaktadır.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre, çocuk ile anne arasındaki hukuki soybağı doğumla; çocuk ile baba arasındaki hukuki soybağı ise anneyle evlilik, tanıma, babalık davasında verilen hüküm veya evlat edinmeyle kurulmaktadır. Baba ile çocuk arasında evlilik içinde doğmaya, babalık karinesine (TMK m. 285), dayalı olarak hukuken kurulmuş bulunan soybağı ilişkisinin ortadan kalkması ancak soybağının reddi ile söz konusu olabilmektedir. Soybağının reddi davasının başarıya ulaşarak çocuk ile babası arasındaki soybağının ortadan kalkması sonucunda çocuk, baba yönünden soybağı bulunmayan çocuk statüsüne girer. Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2009 tarihli ve 2008/30 Esas, 2009/96 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, kişinin genetik-biyolojik kökeni kendisine ait olmayan çocuğu reddetme hakkı en temel haklarından birisidir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 286 ıncı maddesinde, kocanın, çocuk ve anne aleyhine açacağı soybağının reddi davası ile babalık karinesini çürütebileceği; 289. maddesinde ise kocanın soybağının reddi davasını doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıllık süre içinde açması gerektiği, gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa bir yıllık sürenin bu sebebin ortadan kalkmasından sonra başlayacağı hükme bağlanmıştır.
Soybağının reddi davasında, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığı hususunda ve davanın temellendirilmesinde belirleyici olan “öğrenmenin”, ne zaman gerçekleştiği noktasında şüphenin veya söylentinin öğrenme açısından yeterli olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yerleşik Yargıtay uygulamalarında, yargılama dışında elde edilmiş babalık raporlarına özellikle hak düşürücü süre niteliğindeki dava açma süresinin öğrenme tarihinden itibaren başlaması bakımından dikkate alındığı görülmekte, yani öğrenmenin yargılama dışı babalık testi ile gerçekleşmesi anında hak düşürücü sürenin başlayacağı kabul edilmektedir. Dolayısı ile bir çocuğun kendisinden olmadığı yönündeki şüphe veya söylenti öğrenme açısından yeterli kabul edilemeyecektir.
Somut olayda, davacının dava dilekçesinden, aşamalardaki beyanlarından ve … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/533 Esas sayılı dosyasında yer alan dava dilekçesi içeriğinden hak düşürücü sürenin geçtiğini kabule yeterli derecede açık bir beyan bulunmamaktadır. Bu durumda mahkemece işin esasının incelenmesine gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.

Soybağının Reddi Nedeniyle Nafakanın Geri Alınması

Koca, soybağının reddi sonucu kendisinden olmayan çocuğa geçmişte ödemek zorunda kaldığı nafakayı geri alma hakkını kazanır.

Tanıma Davası

TMK m.295 hükmüne göre;

“Tanıma, babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla olur.

Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise, veli veya vasisinin de rızası gereklidir.

Başka bir erkek ile soybağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz.”

Yargıtay  2. Hukuk Dairesi  2021/5738 E.  2021/9678 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı … tarafından, asıl davanın reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Asıl dava babalığın hükmen tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, küçüğe kayyım atanmış, Hazine ve Cumhuriyet savcısına dava ihbar edilerek taraf teşkili sağlandıktan sonra … Adli Tıp Kurumu’ndan DNA raporu alınmış, … Adli Tıp Kurumu’nun 09.05.2016 tarihli “…’in, … için BİYOLOJİK BABALIĞI REDDEDİLDİĞİ” mütalaasında bulunan rapor gereğince davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacı … tarafından asıl davanın reddi yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup, istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Dosya incelendiğinde; davacı-davalı … tarafından, hükme dayanak adli tıp kurumu raporuna karşı süresinde itiraz talebinde bulunduğu, itirazında davalı-davacı … yerine bir başkasından DNA örneği alınmış olabileceği, DNA örneklerinin aradan çok uzun zaman geçtikten sonra alınmış olmasının rapor sonucuna etki edebileceğini belirtmiştir. Mahkemece, davacı anne …, soybağı düzenlenecek olan küçük Pelin Hayat ve baba olduğu iddia edilen davalı …’in aynı anda birlikte DNA örneği vermek üzere sevk edilerek yeniden Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması gerekirken, bilirkişi raporuna karşı yapılan itirazlar karşılanmadan bu rapor ile yetinilerek hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulmasına gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda gösterilen sebeple temyiz edilen bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oy birliğiyle karar verildi.

Babalık Davası

TMK m.301 hükmüne göre;

“Çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuk isteyebilirler.

Dava babaya, baba ölmüşse mirasçılarına karşı açılır.

Babalık davası, Cumhuriyet savcısına ve Hazineye; dava ana tarafından açılmışsa kayyıma; kayyım tarafından açılmışsa anaya ihbar edilir.”

8. Hukuk Dairesi         2017/1248 E.  ,  2017/4772 K.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacının bekarlık hanesinde kayıtlı kızı Yağmur’un babasının davalı … olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, mahkemenin istemi üzerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğü’nden gönderilen ve kayyım sıfatı ile duruşmalarda hazır bulunan kişinin katılımı ile yargılama yapılarak, mevcut delil durumu dikkate alınıp, anne … ve küçük …’ın hastaneye sevkleri sağlanmasına karşın babalık davasının davalısı … yargılamayı takip etmediği gibi DNA incelemesi için hastaneye sevki amacıyla kendisine ulaşılması mümkün olmadığından yargılamanın usul ekonomisi ve Türk Medeni Kanunu’nun 284/2-2. bendi gereğince bu husus davalının aleyhine ispatlanmış kabul edilerek DNA incelemesinden vazgeçilerek davanın kabulüne, Yağmur’un babasının … olduğunun tespitine, aylık 200 TL nafakanın davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dava, babalık istemine ilişkindir.
1-Evlilik haricinde doğan çocukla baba arasındaki soybağı hakim hükmüyle de kurulabilir. Bunu sağlayan dava ise babalık davasıdır. (TMK.nun 301. md). Bu dava, ana ve çocuk tarafından babaya, baba ölmüş ise mirasçılarına karşı açılır.
Soybağına ilişkin hükümler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesi ve devamında düzenlendiğinden buna ilişkin davalarda 4787 sayılı Aile Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4. maddesi uyarınca görevli mahkeme aile mahkemesidir.
Aile mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca belirlenen asliye hukuk mahkemelerinde davanın aile mahkemesi sıfatı ile görülüp karara bağlanması gerekir. Bu açıklama karşısında, davaya aile mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekirken, bu husus düşünülmeden asliye hukuk mahkemesi olarak yargılamaya devam edilip davanın reddine karar verilmesi,
2-Türk Medeni Kanunu’nun 426 maddesinin 2. fıkrasınada”Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün yada kısıtlının menfaati çatışıyorsa” kayyım atanacağının belirlendiği, aynı Yasa’nın 430. maddesinde ise “temsil kayyımı, kendisine kayyım atanacak kimsenin yerleşim yeri vesayet makamı karafından atanır” hükmünü içermektedir. Bu yasal düzenleme dikkate alınarak küçük Yağmur Yalçın’ı temsil etmek üzere Sulh Hukuk Mahkemesi’nce atanacak bir kayyım huzuru ile yargılama yapılması gerekirken bu usule uyulmadan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğü’nden görevlendirilen kişi katılımı ile yargılama yapılması,
3-Davalı … yargılamayı takip etmediği gibi DNA incelemesi için hastaneye sevki amacıyla kendisine ulaşılması mümkün olmadığından yargılamanın usul ekonomisi ve Türk Medeni Kanunu’nun 284/2-2. bendi gereğince bu husus davalının aleyhine ispatlanmış kabul edilerek DNA incelemesinden vazgeçilerek davanın kabulüne karar verilmiş ise de, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 292/1. maddesi uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes, soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde, hâkim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verir hükmünü taşımaktadır. Mahkemece açıklanan yasa hükmü gözetilerek işlem yapılması gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir.

Evlat Edinme Davası

Evlat edinme kurumu TMK m.305 – 320 arasında düzenlenmiştir. Küçüklerin, erginlerin ve kısıtlıların evlat edinilmesi farklı hükümlere bağlanmıştır.

Küçüklerin evlat edinilmesi başlıklı TMK m.305’e göre “Bir küçüğün evlât edinilmesi, evlât edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması koşuluna bağlıdır.

Evlât edinmenin her hâlde küçüğün yararına bulunması ve evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir.”

Erginlerin ve kısıtlıların evlat edinilmesi başlıklı TMK m.313’e göre “Evlât edinenin altsoyunun açık muvafakatiyle ergin veya kısıtlı aşağıdaki hallerde evlât edinilebilir.

1. Bedensel veya zihinsel engeli sebebiyle sürekli olarak yardıma muhtaç ve evlât edinen tarafından en az beş yıldan beri bakılıp gözetilmekte ise

2. Evlât edinen tarafından, küçükken en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş ise, 20 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle, bu bentte yer alan “özrü” ibaresi “engeli” şeklinde değiştirilmiştir.

3. Diğer haklı sebepler mevcut ve evlât edinilen, en az beş yıldan beri evlât edinen ile aile hâlinde birlikte yaşamakta ise.

Evli bir kimse ancak eşinin rızasıyla evlât edinilebilir.

Bunlar dışında küçüklerin evlât edinilmesine ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.”

16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar vardır.

17. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41. maddesi;
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” şeklindedir.
18. 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu’nun “Koruma kararı” başlıklı 22. maddesinde;
“Korunmaya ihtiyacı olan çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine göre Kurumca kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve bir meslek sahibi edilmeleri hususundaki gerekli tedbir kararı 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre yetkili ve görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli belgeler Kurumca düzenlenir ve ilgili mahkemeye gönderilir.
Haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre kurulmuş kuruluşlarda veya aile yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım altına alınır…” düzenlemesine yer verilmiştir.
19. Ülkemiz açısından 14.10.1990 tarihinde imzalanan ve 27.1.1995 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 20.11.1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin (Sözleşme) 3. maddesi;
“1. Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
2. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
Aynı Sözleşme’nin 20. maddesi;
“1. Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır.
2. Taraf Devletler bu durumdaki bir çocuk için kendi ulusal yasalarına göre, uygun olan bakımı sağlayacaklardır.
3. Bu tür bakım, başkaca benzerleri yanında, bakıcı aile yanına verme, İslâm Hukukunda kefalet (kafalah), evlât edinme ya da gerekiyorsa çocuk bakımı amacı güden uygun kuruluşlara yerleştirmeyi de içerir. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.”
21. maddesi ise;
“Evlât edinme sistemini kabul eden ve/veya buna izin veren Taraf Devletler, çocuğun en yüksek yararlarının temel düşünce olduğunu kabul edecek ve aşağıdaki ilkeleri gerçekleştireceklerdir:
a) Bir çocuğun evlât edinilmesine ancak yetkili makam karar verir. Bu makam uygulanabilir yasa ve usullere göre ve güvenilir tüm bilgilerin ışığında; çocuğun, ana-babası, yakınları ve yasal vasisine göre durumunu gözönüne alarak ve gereken durumlarda tüm ilgililerle yapılacak görüşme sonucu onların da evlât edinme konusundaki onaylarını alma zorunluluğuna uyarak, kararını verir…” düzenlemelerini içermektedir.

20. Küçüklerin evlat edinilmesine ilişkin genel koşullar ise TMK’nın 305. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde;
“Bir küçüğün evlât edinilmesi, evlât edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması koşuluna bağlıdır.
Evlât edinmenin her hâlde küçüğün yararına bulunması ve evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir” hükmünü taşımaktadır.
21. Türk Medeni Kanunu’nun 309. maddesinde evlat edinmede ana ve babanın rızası düzenlenerek;
“Evlât edinme, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektirir.
Rıza, küçüğün veya ana ve babasının oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanarak tutanağa geçirilir.
Verilen rıza, evlât edinenlerin adları belirtilmemiş veya evlât edinenler henüz belirlenmemiş olsa dahi geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.
22. Rızanın aranmamasına ilişkin koşullar ise aynı Kanun’un 311. maddesinde;
“Aşağıdaki hâllerde ana ve babadan birinin rızası aranmaz:
l. Kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğu bilinmiyorsa veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunuyorsa,
2. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmiyorsa” şeklinde düzenlenmiştir.
23. Her çocuğun sağlıklı, güvenli ve bilinçli gelişebilmesi için tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocukların yüksek yararını korumak adına çocuğun öncelikle ailesi yanında, bu mümkün olmadığı takdirde uygun bir aile ortamı içinde yaşamını sürdürmesi ve gelişmesi için çeşitli koruyucu ve önleyici hizmetler geliştirilmektedir. Bunlardan biri, biyolojik ailesiyle yaşama imkânı olmayan çocuklar ile durumu evlat edinmeye uygun olan aile veya kişi arasında hukukî bağlar sağlanarak çocuğun uzun süreli bakım ile kalıcı aile ortamına kavuşmasını sağlayan evlat edinme hizmetidir (Koçoğlu, Safa: Evlat Edinmede Ana Ve Babanın Rızasının Aranıp Aranmaması Sorununun, Özellikle Yetkili Kurum Aracılığı İle Evlat Edinme Açısından İncelenmesi, TAAD, Yıl: 11, Sayı: 38 (Nisan 2019), s. 240-241). Evlat edinme modern hukuk sistemlerinde esas olarak; korunmaya muhtaç çocukların korunması (koruma prensibi), bu çocukların aile sevgisi ile büyüyüp gelişmelerinin sağlanması, çocuğun üstün yararının sağlanması (üstün yarar prensibi) ilkesinin uygulanması amacına hizmet etmenin yanında evlat edinen ailelerin çocuk sevgisini yaşamalarını sağlama (evlat edinenin yararı prensibi) gibi ikincil bir amaca da hizmet etmektedir (Öztan, Bilge: Aile Hukuku, Ankara 2015, s. 951).
24. Türk hukukuna evlat edinmeye ilişkin hükümler 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi (MK) ile girmiş, 01.01.2002 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK ile daha ayrıntılı ve daha sistematik olarak ele alınmıştır. MK ‘da, evlat edinme işlemi hâkimden izin alındıktan sonra resmi şekilde yapılan bir sözleşmeyle gerçekleşmekte iken (MK m. 256), TMK’da evlatlık ilişkisinin mahkeme kararıyla kurulacağı öngörülmüştür (TMK m. 315/1). Yine TMK’da evlat edinmede yapılan önemli değişiklikleri genel olarak; evlat edinenin alt soyunun olmaması koşulunun kaldırılması (TMK m. 305, 313), evlat edinme yaşının otuz beşten otuza indirilmesi (TMK m.307), eşlerin ancak birlikte evlat edineceklerinin kabul edilmesi (TMK m. 306), evlat edinmenin şartlarının küçükler ve ergin ile kısıtlılar açısından ayrı hükümlere bağlanması olarak saymak mümkündür.
25. Bir diğer değişiklik ise evlat edinilecek çocuğun üstün yararının evlat edinmenin genel şartları arasında sayılmasıdır. Gerçekten de TMK’nın 305/2. maddesinde “Evlât edinmenin herhâlde küçüğün yararına bulunması ve evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir” hükmü ile üstün yararın evlat edinmede aranmasının olmazsa olmaz bir koşul olduğu açıkça düzenlenmiştir. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de “…Maddenin ikinci fıkrasında, evlât edinme işleminin olmazsa olmaz bir koşulu olarak, bu işlemin küçüğün yararına olması gerektiği belirtilmekte ve ayrıca evlât edinme işleminin evlât edinenin diğer çocuklarının yararlarını hakkaniyete aykırı bir şekilde zedelememesi koşulu öngörülmektedir. Hâkime takdir yetkisi tanıyan bu hüküm, yürürlükteki Kanunun 253. maddesinde aranan, evlât edinenin (düzgün soybağlı) altsoyunun bulunmaması şartını, küçüklerin evlat edinilmesi açısından ortadan kaldırmaktadır” ifadelerine yer verilmiş olup, üstün yararın evlat edinmede aranmasının olmazsa olmaz bir koşul olduğu vurgulanmıştır.
26. Çocuğun üstün yararı çocuk hukukunun en temel ilkesi olmakla birlikte gerek öğreti ve kanunlarda gerekse Sözleşme’de açık bir şekilde tanımlanmamıştır. Çocuğun üstün yararı ilkesi, çocuğun söz konusu olduğu her işte (bu işler hukukî olabileceği gibi, idari işler ve hatta günlük işler de olabilir) dikkate alınması gereken çocuğun en iyi, en üstün, en önemli yararı olarak ifade edilebilirse de, çocuğun içinde bulunduğu çevre, yaşı, sosyal şartlar vb. unsurlara göre değişiklik gösterebilen bir kavramdır. Çocuğun üstün yararı denilince; çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, kültürel, ahlaki, hukukî ve ekonomik bakımlardan sağlıklı, dengeli ve özgür bir biçimde geliştirilmesi, korunup kollanması anlaşılmakta olup, çocuğun bu konulardaki üstün yararını belirlerken; çocuk yetişkin biri olmuş olsaydı, kendisini ilgilendiren bir olayda, kendi yararı için ne gibi bir karar verebilecekti ise, çocuk için karar verme makamındaki kişi tarafından da aynı yönde karar verilmesi, yani çocuğun farazi düşüncesinin esas alınması gereklidir (Bagaç İçen, Seher: Yargıtay Kararları Işığında Türk Hukukunda Çocuğun Evlat Edinilmesinde Üstün Yarar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2020, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 5-7).
27. Evlat edinme, kişiler arası anlaşma yoluyla olabileceği gibi 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu’nun 22. maddesi kapsamında korunma kararı ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 5. maddesine göre verilen bakım tedbiri kararı ile devletin bakım ve gözetimi altında olan bir çocuğun evlat edinilmesi şeklinde de olabilmektedir. Gerek tarafların anlaşmasında gerekse yetkili kurum aracılığıyla devletin bakım ve gözetimi altında olan bir çocuğu evlat edinme sürecinde, velayet altında olup evlat edinilecek olan küçük ile ilgili olarak TMK’nın 311 ve 312. maddelerindeki hâller haricinde TMK’nın 309. maddesi gereğince küçüğün biyolojik anne ve babasının rızası alınmalıdır.
28. Bir küçüğün evlat edinilmesi ancak onun anne ve babasının rızasıyla mümkün olabilir (TMK m. 309/1). Evlat edinme kararı ile biyolojik anne ve babayla olan velayet ilişkisi ortadan kalkacağı için, anne ve babanın evlat edinmeye rıza vermesi gereklidir. Ana ve babanın rızası, küçüğün küçük olması diğer bir deyişle ergin olmaması sebebiyle aranmakta olup küçüğün ayırt etme gücüne sahip olup olmaması önemli değildir (Er, Ali: 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Küçüklerin Evlat Edinilmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2019, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 50). Küçüğün anne ve babasının rızasının alınması için anne ve baba rıza verme hakkına sahip olmalıdır. İlk olarak anne ve babanın ayırt etme gücüne sahip olması ve küçük ile soybağı ilişkisi kurulmuş olması gereklidir. Anne ile soybağı doğumla birlikte kurulmakta ise de, baba ile çocuk arasında herhangi bir soybağı kurulamamışsa (anne ile evlenme, tanıma ya da babalık davası yoluyla) onun rızası aranmaz.
29. Bunun yanı sıra, TMK’nın 311. maddesinde sayılan hâllerden birinin mevcut olması hâlinde ana ve babanın rızasının aranmasına gerek yoktur ( TMK m. 311). Ana ve babanın rızasının aranmamasını gerektiren hâller kanunda sınırlı olarak sayılmış olup, bu hâller yorum veya kıyas yoluyla genişletilemez. Nitekim madde gerekçesinde de hükümde sınırlayıcı olarak sayılan hâllerden biri kendisi açısından gerçekleşmiş olan ana veya babanın rızasının aranmayacağı ifade edilmiştir. Maddenin açık ifadesi karşısında hâkim, koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini serbestçe takdir edebilirse de, koşullardan birinin gerçekleşmesi hâlinde anne ve/veya babanın rızasının aranmasına gerek olmadığı kararı vermesi zorunludur. Kanunda aranan sebeplerin gerçekleşmiş olması hâlinde, ana ve baba rızasının aranmaması yolundaki başvuru, küçüğün yararı bakımından biran önce yapılmalı ve buna ilişkin karar biran önce verilmelidir (Aydoğdu, Murat: Çağdaş Hukuki Gelişmeler Işığında Evlat Edinme, İzmir 2006, s. 267).
30. Kanunda ana ve babanın rızasının aranmaması hâlleri; ana ve/veya babanın kim olduğu veya uzun süreden beri nerede oturduğunun bilinmemesi veya ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun bulunması, küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemesi şeklinde sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin (TMK m. 311) birinci bendinde sayılan hâller objektif olgulara dayanmakta iken, ikinci bentte sayılan küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemesi “sübjektif sebep” olarak nitelendirilmiştir (Er, s. 66, Aydoğdu, s. 283).
31. Ana ve/veya babanın evlat edinmeye rızanın aranmaması için küçüğe karşı özen yükümlülüğünün “yeterince” yerine getirilmemesi yeterli görülmüştür. Hangi hâllerde özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemiş kabul edileceğine ilişkin mutlak bir kural bulunmamaktadır. Madde gerekçesinde de “…Maddenin (II) numaralı bendindeki özen gösterme ihlali, çocuğa karşı ciddi özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemesidir. Özen yükümlüğünün yeterince yerine getirilip getirilmediğini, takdir yetkisine dayanarak hâkim değerlendirir” şeklinde ifade edilmiş olup özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilip getirilmediğini hâkim takdir yetkisine dayanarak değerlendirecektir. Hâkim bu değerlendirmeyi yaparken; küçük ile ana baba arasındaki ilişkinin bütününü ve daima küçüğün yararını ön planda tutarak somut olayın şartlarını dikkate almalıdır. Bu kapsamda takdir hakkı kullanılırken, çocuğa karşı, fiziksel, zihinsel, duygusal, bakımlardan yükümlülüğün ihlali, ana ve baba ile çocuk arasındaki kişisel ilişkiler, ekonomik ilişki, yükümlülüğün ihlalindeki süreklilik, çocukla üçüncü kişiler arasındaki ilişkinin ana babayla olan ilişkiden daha yoğun olup olmadığı gibi etmenler göz önünde bulundurulur (Öztan, s. 973-974).
32. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmediği araştırılırken çocukla ana babası arasında canlı bir ilişkinin var olup olmadığına bakılır. Çocukla ana babası arasında bu şekilde varlığını devam ettiren ilişkinin olmamasında ana ve/veya babanın kusurlu veya kusursuz olmasının önemi yoktur. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmediğinin kabulü için asgari bir süre veya sayı da bulunmamaktadır (Aydoğdu, s. 285-286). Uygulamada; ana ve babanın özen yükümlüğünü yerine getirmediğinden evlat edinmeye rızasının aranmaması kararı verilmesi gereken hâllere örnek olarak; boşanan ana ve babanın çocuklara karşı ilgisiz ve ihmâlkar davranması; küçüğün nüfus cüzdanının çıkartılması için evlat edinenden para istenilmesi; küçüğün sokağa bırakılması ve babasının kim olduğunun açıklanmaması; küçüğün aranıp sorulmaması ve ödemekle yükümlü olunan nafakanın ödenmemesi sayılabilir.
33. Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olayın incelenmesine gelince; evlat edinilmek istenen 01.11.2010 doğumlu küçük Seher Tütüncü’nün biyolojik annesi davalı-birleşen davada davacı …’nın 1984 doğumlu ve önlisans mezunu olduğu, İzmir’de ailesi ile yaşadığı, geliri ve mal varlığının bulunmadığı, Mustafa Burç isimli şahısla evlilik dışı ilişkide bulunduğu, onun askerde olduğu dönemde … isimli şahısla beraberliğinin olduğu, Mustafa Burç askerden döndükten sonra …’den ayrılarak Mustafa Burç’la beraberliğinin devam ettiği ve hamile olduğunu ileri aşamada öğrendiği, durumu gizlemek için ailesini İstanbul’da staj yapması gerektiğine ikna edip İstanbul’da bulunan Mustafa Burç’un yanına gidip doğum tarihine kadar orada kaldığı, 01.11.2010 tarihinde doğum yaptığı, 02.11.2010 tarihinde taburcu olduğu, 03.11.2010 günü sabaha karşı çocuğun aşırı şekilde ağlaması üzerine bir şey yapamamaları nedeniyle erkek arkadaşı Mustafa Burç’un durumu ailelerine anlatana kadar doğan çocuğu tanıdığı güvenilir bir yere bırakma önerisi getirdiği, bu şahıs tarafından temin edilen araçla Şile Kömürlük köyüne gittikleri, çocuğu iyi bir şekilde sardıkları, annenin araçta beklediği, Mustafa Burç tarafından çocuğun, tanıdığını söylediği ancak tanımadığı anlaşılan bir evin kapısına bırakıldığı, ev sahiplerinin çocuğu almasını bekledikten sonra araca geldiği ve olay yerinden ayrıldıkları; biyolojik annenin iyileştikten sonra İzmir’e ailesinin yanına döndüğü ve yaşantısına devam ettiği, 17.12.2010 tarihinde sağlık ocağından çocuktan topuk kanı alınması gerektiğinin biyolojik anneye bildirildiği, biyolojik annenin sağlık ocağına gittiği ve durumu inkar ederek kimliğini kaybettiğini, kendi ismi kullanılarak bir başkası tarafından doğum yapıldığını söylediği, çocuk terki nedeniyle Şile’de hazırlık soruşturmasında annenin kimlik bilgilerinin tespit edildiği ve İzmir’e talimat yazılarak annenin ifadesinin alınmasının istendiği, 09.05.2011 tarihinde polis tarafından yapılan çağrı üzerine annenin emniyete gittiği, ardından annenin önce kendi annesine sonra babası ve yakınlarına olayı anlattığı, ailesinin kendisine sahip çıkıp çocuğu alması konusunda destekte bulunmaları üzerine 16.05.2011 tarihinde çocuğu bıraktıkları köyün bağlı olduğu karakola giderek olayı anlatıp pişmanlığını dile getirerek çocuğunu istediği, çocuğun ise 10.12.2010 tarihli bakım sözleşmesi ile asıl dava davacısı …’a teslim edildiği, kurumun annenin taleplerini reddetmesi üzerine anne tarafından 03.06.2011 tarihinde İzmir 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/316 E., 2011/482 K. sayılı dosyasında anneliğin tespiti ve çocuğun babası Mustafa Burç Akyıldız nüfusuna tescili için dava açıldığı, alınan adli tıp raporu ile çocuğun annesi olduğunun belirlendiği, Mustafa Burç’un ise baba olmadığının anlaşıldığı, bunun üzerine 04.10.2011 tarihli ve 16.01.2012 tarihinde kesinleşen kararla anneliğin tespitine diğer taleplerin reddine karar verildiği, karardan sonra annenin çocuğun teslimi için 27.10.2011 tarihinde Kurum’a başvurduğu, kurumca 28.11.2011 tarihinde talebin kabul edilmediğinin yazılı olarak bildirildiği bunun üzerine anne tarafından çocuğun teslimi hakkında 23.12.2011 tarihinde birleşen davanın, evlat edinme davasının da 12.12.2011 tarihinde açıldığı, yargılama sırasında … tarafından küçük Seher’in 20.01.2012 tarihinde tanındığı ve baba ile soybağı ilişkisinin kurulduğu, biyolojik anne ve babanın evlat edinmeye rızalarının bulunmadığını bildirdikleri anlaşılmaktadır.
34. Dava nedeniyle biyolojik anne hakkında İzmir Aile Mahkemesi uzmanı pedagog tarafından düzenlenen 11.04.2012 tarihli raporda; evlat edinmede annenin rızasının aranması gerektiği belirtilmiş, Düzce Aile Mahkemesi uzmanı pedagog tarafından düzenlenen 21.05.2012 tarihli raporda; çocuğun biyolojik anneye tesliminin çocuğun yararına olduğuna dair ayrıntılı rapor ibraz edilmiştir. Davacının itirazı üzerine alınan ve çocuk ruh sağlığı uzmanı tarafından düzenlenen raporda ise; dosya kapsamına göre biyolojik annenin bebeğin sorumluluğunu almada yeterli olmadığı, çocuk ile evlat edinmek isteyen arasında güvenli anne-bebek bağlanmasının oluştuğu, çocuğun evlat edinmek isteyenle kalmasının ruh sağlığı açısından gerekli olduğu açıklanmıştır.
35. Dosya kapsamından; biyolojik annenin küçüğe karşı doğum sonrası kim olduğunu dahi bilmediği bir kişiye çocuğu terk etmesi, topuk kanı için çocuğun sağlık ocağına çağrılmasına rağmen çocuğun kendisinden olmadığını, kimliğinin çalınarak doğum yapıldığını söyleyerek inkar etmesi, ancak adli soruşturma neticesinde biyolojik anne olduğunun öğrenilmesi üzerine ve uzun süre sonra durumu ailesine anlatarak kabul etmesi karşısında TMK’nın 311/2. maddesinde düzenlenen küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmediği hususunda Özel Daire ve yerel mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; çocuğun biyolojik babası olduğunu yargılama sırasında öğrenen davalı … yönünden TMK’nın 311/2. maddesinde düzenlenen özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilip getirilmediği noktasında toplanmaktadır.
36. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere; özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilip getirilmediğinin takdirinde hâkim; küçük ile ana baba arasındaki ilişkinin bütününü dikkate alarak ve daima küçüğün yararını ön planda tutarak somut olayın şartları çerçevesinde değerlendirme yapması gereklidir. Davalı … yargılama sırasında sunduğu dilekçe ve talimat yolu ile alınan beyanında; evlat edinmeye konu Seher Tütüncü isimli çocuğu 20.01.2012 tarihinde tanıdığını, evlat edinilmesine rızasının bulunmadığını ve çocuğun gerçek annesine teslimine karar verilmesini talep ettiği görülmüştür. Davaya müdahil olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekilinin sunduğu Samsun Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü sosyal çalışmacı tarafından hazırlanan davalı … hakkındaki sosyal inceleme raporunda ise; …’nün 29.11.1986 doğumlu ve yapı öğretmenliği mezunu olduğu, ailesi ile yaşadığı, geliri ve mal varlığının bulunmadığı, birleşen davanın davacısı … ile bir dönem ilişkilerinin olduğu, Nilay’ın hamileliğinden ve doğum yaptığından haberinin olmadığı, Nilay ve annesinin kendisini arayarak bir kız çocuğunun olduğunu söyledikleri, Nilay ve ailesinin bebeği geri almak hususunda baskı kurdukları, kendisini baba olarak hissetmediği, babalık duygusu yaşamadığı, bebeğin sorumluluğunu alabilecek maddi ve manevi koşullarının bulunmadığı, bebeğin …’ye teslim edilmesi hâlinde …’ya verileceği hususları değerlendirildiğinde çocuğun …’ye teslim edilmesinin çocuğun yararına olmayacağı kanaati bildirilmiştir.
37. Küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemesi için ana ve/veya babanın kusurlu olması zorunlu değildir. Her ne kadar davalı baba yargılama aşamasında küçük Seher Tütüncü’nün babası olduğunu öğrenmiş ve tanıma yoluyla çocukla soybağı kurulmuş ise de, davalının yargılama aşamasındaki beyanı ve hakkında düzenlenen sosyal inceleme raporu içeriğinden; davalının çocukla kişisel ilişki kurma talebinin bulunmadığı, baba olarak çocuğun bakımını üstlenmeyi istemediği, kendisini baba olarak hissetmediği ve babalık görevini yerine getiremeyeceği açık olup davalı baba … tarafından küçük Seher Tütüncü’ye karşı özen yükümlüğünün yeterince yerine getirildiğinden bahsetme olanağı bulunmamaktadır.
38. Diğer taraftan, evlat edinmeye, ancak esaslı sayılan her türlü durum ve koşulların kapsamlı biçimde araştırılmasından, evlat edinen ile edinilenin dinlenmelerinden ve gerektiğinde uzmanların görüşü alındıktan sonra karar verilebilir. Araştırmada özellikle evlat edinen ile edinilenin kişiliği ve sağlığı, karşılıklı ilişkileri, ekonomik durumları, evlat edinenin eğitme yeteneği, evlat edinmeye yönelten sebepler ve aile ilişkileri ile bakım ilişkilerindeki gelişmelerin açıklığa kavuşturulması gerekir. Evlat edinenin altsoyu varsa, onların evlat edinme ile ilgili tavır ve düşünceleri de değerlendirilir. Somut olayda; küçük Seher’in dosya içinde mevcut 10.12.2010 tarihli evlat edinme öncesi geçici bakım sözleşmesi ile davacı …’e teslim edildiği, dosya içeriğinde mevcut geçici bakım izleme raporları, davacı … tarafından ibraz edilen fotoğraflar ve tanık beyanlarından; davacı …’in küçük Seher’i bir anne sevgi ve şefkatiyle benimsediği, çocuğun fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal açıdan sağlıklı gelişimini sağlayabileceği ortamın oluştuğu, davacı …’in evlat edinmesine engel herhangi bir olumsuz durumunun da bulunmadığı, çocuğun üstün yararının evlat edinilmesinde daha ağır olduğu anlaşılmıştır. Yine çocuk ruh sağlığı uzmanı tarafından düzenlenen raporda; küçük Seher Tütüncü’nün 39 günlük iken geçici bakım sözleşmesi ile bakımını üstlenen, bugüne kadar biyopsikososyal açıdan bebeğin gelişimini olumlu yönde etkileyen, aralarında güvenli anne-bebek bağlanmasının oluştuğu, temel bakımını yapan … ile kalmasının ruh sağlığı açısından gerekli olduğu, bebeğin temel bağlanma kişisinden ayrılmasının ruhsal gelişimi açısından bu dönemde sakıncalı olduğu, uzman heyetin belirlediği yaşta biyolojik anne ile tanışması ve uzmanların önereceği zamanlama ile bu iletişimin yürütülmesinin uygun olduğu bildirildiğinden, davalı-birleşen davada davacı … tarafından açılan birleşen davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
39. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; TMK’nın 311/2. maddesinde, özen yükümlülüğünü yerine getirmemekten değil yeterince yerine getirmemekten söz edildiği, biyolojik annenin ailesinin desteğini sağladıktan sonra çocuğunu geri almak için fiili ve yasal girişimlerde bulunduğu, davalı baba …’nün çocuğun kendisinin olduğunu yargılama sırasında öğrendiği ve çocuğu nüfusta tanımak suretiyle üzerine tescil ettirdiği, çocuğun bir başkası tarafından evlat edinilmesine rızasının bulunmadığı, davalı baba ile çocuk arasında duygusal bağ kurulmamasının özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmediği olarak kabul edilemeyeceği, çocuğun evlat edinmek isteyenin yanında ve kurum gözetiminde olduğu, bu durumda davalı babanın küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmediğinden söz edilemeyeceği, evlat edinmede çocuğun üstün yararı esas olup, çocuğun üstün yararları yaşadığı çevrenin kültürel değerlerine göre değişiklik gösterdiği, ülkemizin sosyal yapısı, çocuğun gelecekte toplumdaki yeri ve çıkarları göz önünde bulundurulduğunda çocuğun biyolojik anne, baba, dede ve anneanne gibi kişilerle bir arada yaşamasının çocuğun üstün yararına daha uygun olacağı, yerel mahkeme kararının Özel Daire kararında açıklanan nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
40. O hâlde, mahkemece davalı baba …’nün küçüğe karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmediği gözetilerek TMK’nın 311/2. maddesi gereğince rızasının aranmamasına, küçüğün davacı … tarafından evlat edinilmesinde üstün yararı bulunduğundan asıl davanın kabulüne, birleşen davanın ise reddine dair verilen direnme kararı yerindedir.
41. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir