Medeni Usul Hukukunda Deliller; Delil, bir uyuşmazlıkta iddiaların yahut savunmaların ispatı için başvurulan bir kurumdur. Çekişme bulunan hususlar kanunda belirtilen kesin ve takdiri delillerle sabit hale getirilir.
Kesin Deliller
Kesin deliller kanunda belirtilmiş olup varlığı halinde hakimin üzerinde herhangi bir takdir yetkisinin bulunmadığı ve bağlı olduğu delil türüdür. Senet, yemin ve kesin hüküm olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda sayılmıştır.
HMK m.200 hükmünde senet düzenlenmiştir. Buna göre;
“1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.”
HMK m.201 hükmüne göre; “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.”
HMK m.225 hükmünde yemin düzenlenmiştir. Buna göre;
“Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.”
HMK m.226 hükmünde yemine konu olamayacak vakıalar düzenlenmiştir. Buna göre;
“(1)Aşağıdaki hususlar yemine konu olamaz:
a) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar.
b) Bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller.
c) Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar.”
HMK m.303 hükmünde kesin hüküm düzenlenmiştir. Buna göre;
“(1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir.”
Takdiri Deliller
Takdiri deliller, kesin delillerin aksine kanunda belirtilmeyen, hakimin takdir yetkisinin bulunduğu ve bağlı olmadığı delillerdir. Tanık, bilirkişi ve keşif olmak üzere üç grupta incelenir.
Tanık, HMK m.240 vd. hükümlerinde düzenlenmiştir. HMK m.240’a göre;
“(1) Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir.
(2) Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez.
(3)Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.”
Bilirkişi, HMK m.266 vd. hükümlerinde düzenlenmiştir. HMK m.266’ya göre;
“Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”
Keşif, HMK m.288 vd. hükümlerinde düzenlenmiştir. HMK m.288’e göre;
“(1) Hâkim, uyuşmazlık konusu hakkında bizzat duyu organları yardımıyla bulunduğu yerde veya mahkemede inceleme yaparak bilgi sahibi olmak amacıyla keşif yapılmasına karar verebilir. Hâkim gerektiğinde bilirkişi yardımına başvurur.
(2) Keşif kararı, mahkemece, sözlü yargılamaya kadar taraflardan birinin talebi üzerine veya resen alınır.”
Yargıtay Kararları
22. Hukuk Dairesi 2014/1485 E. , 2015/12599 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, yıllık izin, ücret, fazla mesai, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalılar avukatları tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili, davacının 22.01.2007-23.11.2012 tarihleri arasında kesintisiz olarak… bağlı … bünyesinde temizlik işçisi olarak çalıştığını, son alt işverenin diğer davalı şirket olduğunu, belirterek kıdem tazminatı ile ödenmeyen ücret, fazla çalışma, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil ve hafta tatili ücreti alacaklarının davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili, davalı Bakanlığın taraf sıfatının bulunmadığını, ihale makamı olduğunu, davacının iş sözleşmesinin yüklenici firmayla belirli süreli olarak yapıldığını ve tek taraflı olarak sözleşmeyi feshettiğini; diğer davalı Burakcan vekili, zamanaşımı def’inde bulunup davacı hakkında işe devam etmeme tutanakları düzenlendiğini, müvekkili şirkette 01.03.2011-01.12.2012 tarihleri arasında çalıştığını belirterek açılan davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, yapılan inceleme, celp edilen kayıtlar, taraf açıklamaları, tanık beyanları, bilirkişi raporu ile tüm dosya kapsamından, davacının 22.01.2007-23.11.2012 tarihleri arasında toplam beş yıl on ay bir gün süre ile 940,50 TL net ücretle aralarında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunan davalı Bakanlık ile diğer davalı şirket nezdinde temizlik elemanı olarak çalıştığı, iş sözleşmesinin onbeş yıl hizmet, üçbinaltıyüz gün prim şartını yerine getiren davacı tarafından haklı sebeple feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalılar vekilleri tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı Bakanlığın tüm, davalı şirketin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Hukuk yargılamasında ispat araçlarından olan “Yemin” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 225. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Kanun’un 225. maddesine göre, yeminin konusunu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar teşkil eder. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak konular yemin konusu olamaz (6100 sayılı Kanun madde 226).
Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf da yemin teklif edebilir. Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez. Yemin teklif edilen kimse, duruşmada bizzat hazır bulunmadığı takdirde, kendisine yemin için bir davetiye çıkarılır. Yemin davetiyesine, yemine konu hususlar hakkında sorulacak sorular ile geçerli bir özrü olmaksızın yemin için tayin olunan gün ve saatte mahkemeye bizzat gelmediği veya gelip de yemini iade etmediği yahut yemini eda etmekten kaçındığı takdirde, yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı yazılır (6100 sayılı Kanun madde 227-228).
Yemin için davet edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte mahkemede geçerli bir özrü olmaksızın bizzat hazır bulunmaz yahut hazır bulunup da yemini iade etmez ya da yemini eda etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır. Kendisine yemin iade olunan kimse, yemin etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıa ispat edilememiş sayılır.
Yeminin konusunu oluşturan vakıa, her iki tarafın değil, yalnızca kendisine yemin teklif edilen tarafın şahsından kaynaklanıyorsa yemin iade edilemez.
Yemin edecek kimse, mahkemeye gelemeyecek kadar hasta veya özürlü ise hâkim, bulunduğu yerde o kimseye yemin ettirir. Bu sırada isterlerse taraf vekilleri ve karşı taraf da hazır bulunabilir. Mahkemenin yargı çevresi dışında oturan kimse, yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek zorundadır. Ancak, yemin edecek kişi, mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu ile yemin icrası mümkün değil ise istinabe yolu ile yemin ettirilir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının, davalı nezdinde 22.01.2007-23.11.2012 tarihleri arası temizlik elemanı olarak çalıştığı, davacının kıdem tazminatı ile fazla mesai, yıllık izin,ücret ve genel tatil ücret alacaklarının ödemediğinden bahisle ücret alacaklarını talep ettiği, davalı şirket vekilinin vekâletnamesindeki yetkiye ve davaya cevap dilekçesinde gösterdiği yemin deliline dayanarak davacıya izin ve ücret alacağına dair yöntemince yemin teklif ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, yemine ilişkin usuli işlemler yerine getirilmeden hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Dava konusu alacaklar için davacının 11.10.2013 tarihinde ıslah dilekçesi verdiği, buna karşın davalının süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu anlaşılmıştır. Mahkemece ıslah sonrası için zamanaşımına uğrayan alacaklar yönünden bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu sebeple ıslah sonrası için dava konusu alacakların zamanaşımına uğradığı iddiasının değerlendirilmesi gerektiğinden, inceleme yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 06.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi
3. Hukuk Dairesi 2017/15332 E. , 2018/2591 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; davalıdan 15.06.2001 tarihinde tapuya kayıtlı taşınmazı haricen satın aldığını, karşılığında 1.000 TL ödediğini, devrin sağlanmadığını, 02.08.2012 tarihinde taşınmazın üçüncü kişiye devredilmesi nedeniyle ifanın imkansız hale geldiğini yeni öğrendiğini, denkleştirici adalet ilkesinin uygulanması gerektiği ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 5.000 TL’nin 02.08.2012 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, davacının yeri kullanmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; “sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği 15.06.2001 tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine” dair verilen karar Dairemizin 29.02.2016 tarih ve 2015/5227 E., 2016/2706 K. ilamı ile “taraflar arasındaki harici satım sözleşmesinin ifasının imkansız hale geldiği 02.08.2012 tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde davanın açıldığı gözetilerek zamanaşımı definin reddine karar verilmesi gerektiği ” gerekçesiyle bozulmuştur.
Mahkemece, uyulan bozma kararı üzerine, haricen yapılan satış sözleşmesinde tanık olarak imzası bulunan ve keşif esnasında da tanık olarak dinlenen Musa Açık’ın “davacının davalıya verdiği 1.000 TL’yi geri aldığını kendi gözlerimle gördüm” şeklinde yeminli beyanda bulunması karşısında borcun ortadan kalktığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya kapsamı itibari ile taraflar arasındaki uyuşmazlık; tapulu taşınmaza ilişkin taraflar arasındaki adi yazılı taşınmaz satış sözleşmesinden kaynaklı alacağın, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi talebine ilişkindir.
Taşınmazların satışına ilişkin resmi şekilde sözleşme yapılmadıkça TMK. 706. ve TBK’nun 237., Tapu Kanununun 26. ve Noterlik Kanunu’nun 60.maddeleri gereğince harici satış sözleşmesi hukuken geçersizdir. Geçersiz sözleşmelerde herkes aldığını iade etmekle yükümlüdür. ./..
Kanunda ispat sınırı olarak gösterilen parasal belli tutarı (HMK 200/1.maddesi) aşan hukuki işlemler ve senede karşı olan iddialar (HMK 201.maddesi) kural olarak yalnız senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.
Buna göre, davacının taraflar arasında haricen yapılan taşınmaz satım sözleşmesi ile davacıya 1.000 TL verdiği, ispat yükü üzerinde bulunan davalı ödeme iddiasını yazılı belge ile ispat edememiştir. Yazılı delil ile ispatı gereken bu hususta davalı tanığın beyanına dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bu husus bozmayı gerektirmiştir.
2-Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi “Denkleştirici Adalet” düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici Adalet İlkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.
Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut veriler tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.
Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkansız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır.
Mahkemece; ödenen satış bedelinin, ifanın imkansız hale geldiği tarih itibariyle (çeşitli ekonomik etkenlerin TEFE-TÜFE artış oranları, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları alınmak suretiyle) ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde, uzman bilirkişi heyetinden denetime elverişli rapor alınmak suretiyle belirlenmeli; bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir.
Buna göre; yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar da dikkate alınmak suretiyle mahkemece; davacının ödediği satış bedelinin, dava konusu taşınmazın dava dışı üçüncü kişi adına bağışlandığı 02.08.2012 tarihteki ulaşacağı alım gücünün; çeşitli ekonomik etkenlerin (enflasyon, ÜFE, TÜFE, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs ortalamaları alınmak suretiyle belirlenmesi ve bu yöntemle belirlenecek miktara hükmedilmesi gerekirken, davalı tanığın beyanına dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
22. Hukuk Dairesi 2016/11941 E. , 2019/9406 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ: ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalıya ait işyerinde emaye bölümünde usta olarak kesintisiz çalışmakta iken yükleme işi sırasında iş kazası geçirdiğini, raporlu olduğu sürenin bitiminden sonra eski işi yerine bir başka işte görevlendirildiğini, bu durumu kabul etmemesi üzerine iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı bir sebep olmadan feshedildiğini, giriş kartının elinde alındığını ve kendisine birtakım belgeler imzalatılmak istendiğini, bu uygulamanın İş Kanunu’nun 22. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ile birlikte bir kısım işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının emaye bölümü ustası olmayıp vasıfsız işçi olduğunu, davacının kendi kusuru ile iş kazasına sebep olduğunu, davacının rapor bitiminde kendisine verilen işleri yapmaktan kaçındığını ve işyerinden ayrıldığını, işten çıkartılması söz konusu olmayıp aksine istifa ettiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz Başvurusu:
Karar, yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
Hukukumuza göre bilirkişi incelemesi takdiri bir delil olup kesin delillerden değildir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesinde “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren haller” başlığı altında mahkemenin, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verebileceği (Değişik cümle: 3/11/2016-6754/49 md.), ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamayacağı (Ek cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundan farklı olarak yeni Kanunda “çözümü hukuk dışında” ibaresi ve “taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden” ibaresi getirilmiştir. Bu düzenlemelere göre mahkemeler çözümü teknik veya özel bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi uygulamasına gitmektedirler. Esasen hakim hukuki uyuşmazlıkları çözmede uzman bir kişidir. Bilirkişi ise kendi uzmanlığı ile hakime yardımcı olan süjedir.6100 sayılı Kanunu’nun ‘Bilirkişinin yetkileri’ başlığını taşıyan 278. maddesinde, bilirkişinin görevini, mahkemenin sevk ve idaresi altında yürüteceği; görev alanı veya sınırları hakkında tereddüde düşerse, bu tereddüdünün giderilmesini her zaman mahkemeden isteyebileceği düzenlenmiştir. Aynı maddenin 3. fıkrasında, bilirkişinin incelemesini gerçekleştirirken ihtiyaç duyarsa, mahkemenin de uygun bulması kaydıyla, tarafların bilgisine başvurabileceği ancak bu halde mahkemece bilirkişiye taraflardan biri bulunmaksızın diğerinin dinlenemeyeceği hususunun önceden hatırlatılacağı öngörülmüştür. Ayrıca ilgili hükümde bilirkişinin oy ve görüşünü açıklayabilmesi için bir şey üzerinde inceleme yapmasının zorunlu olması halinde, gerekli incelemeyi mahkeme kararı ile yapabileceği ve bu işlemin icrası sırasında tarafların da hazır bulunabilecekleri açıkça düzenlenmiştir (m.278/4).
Diğer taraftan hâkim, uyuşmazlık konusu hakkında bizzat duyu organları yardımıyla bulunduğu yerde veya mahkemede inceleme yaparak bilgi sahibi olmak amacıyla keşif yapılmasına da karar verebilir. Hâkim gerektiğinde bilirkişi yardımına başvurur (m.288). Keşif kararı, sözlü yargılamaya kadar taraflardan birinin talebi üzerine alınabileceği gibi resen de alınabilir. 6100 sayılı Kanunun 290. maddesine göre bu halde, keşfin yeri ve zamanı mahkeme tarafından tespit edilir. Keşif, taraflar hazır iseler huzurlarında, aksi takdirde yokluklarında yapılır. Mahkeme keşif sırasında tanık ve bilirkişi dinleyebilir. Keşif sırasında, yapılan tüm işlemler ve beyanları içeren bir tutanak düzenlenir. Plan, çizim, fotoğraf gibi belgeler de tutanağa eklenir. (m.290/2) Somut uyuşmazlıkta davacı iş kazasından önce çalıştığı bölümün emaye kaplama bölümü olduğunu, işgöremezlik rapor süresinin bitiminde paketleme bölümünde görevlendirildiğini bu görevlendirmenin İş Kanunu’nun 22. maddesi bağlamında esaslı bir değişiklik olduğunu ve yeni görev yerindeki iş koşullarının ağırlaştığını ileri sürmüştür. Mahkemece tarafların tanıkları dinlendikten sonra 07.07.2015 tarihli celsede, “ işyerinde inceleme yetkisi verilmek sureti ile teknik bilirkişinin de aralarında bulunduğu dosyanın mahkemece seçilecek uzman bir bilirkişilere tevdi edilerek iddia, savunma ve mevzuat hükümleri doğrultusunda rapor aldırılmasına” karar verilmiştir. Makine Yüksek Mühendisi ile Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Uzmanı (Hukukçu) bilirkişilerden oluşan bilirkişi heyeti tarafından işyerinde yapılan inceleme sonrasında düzenlenen 28.10.2015 tarihli rapora, davacı tarafından itiraz edilmiştir. Söz konusu rapora karşı özellikle, yerinde incelemenin mahkeme aracılığıyla yapılması gerektiği, ayrıca incelemeden haberdar olmadıkları, bu sebeple inceleme sırasında hazır bulunamadıkları noktasında itiraz edilmiş ise de mahkemece bu itiraz dikkate alınmaksızın rapor doğrultusunda davanın reddine dair hüküm kurulmuştur. Ne var ki, somut olayda davacının çalıştığı bölümün değiştirilmesi ve bölüm değişikliğinin iş koşullarını ağırlaştırıp ağırlaştırılmadığı uyuşmazlık konusu olup, bu uyuşmazlığın çözümü İş Kanunu’nun 22. maddesi bağlamında bir araştırma ve incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, davacının mahkemece bilirkişilere verilen yerinde inceleme yetkisi kapsamında, bu inceleme sırasında hazır bulunma hakkının bulunduğu açıktır. (HMK. m.278/4). Davacının yerinde incelemenin yapılacağı gün ve saatten haberdar olmaması, bu hakkın kullanılmasının engellenmesi anlamına geleceğinden hukuki dinlenilme hakkının ihlali niteliğindedir. Ancak somut olay yönünden ele alınması gereken bir diğer husus, uyuşmazlığın çözümünde bilirkişi heyetine işyerinde inceleme yetkisi verilmesinin yerinde olup olmadığıdır.
Mahkemece, bilirkişi raporuna itibar edilerek davacının paketleme bölümüne geçirilmek istenmesinin esaslı bir değişiklik oluşturmadığı, işverenin yönetim hakkı kapsamında bulunduğu, iş sözleşmesinin davalı tarafça, davacının tel çember bölümündeki yeni görevini ret ederek eski bölümünde çalışmak istemesi sonucunda feshedildiği, davacının verilen görevi yapmamakta ısrar ettiği, feshin haklı nedene dayalı olduğu sonucuna varılmıştır. Oysa, iş koşullarında bir ağırlaşma meydana gelip gelmediğine yönelik bir uyuşmazlık temelde hukuki bir değerlendirmeyi zorunlu ve gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan, mahkemece gerekli görüldüğü takdirde, talep olmasa dahi, işyerinde keşif yapılarak bu değerlendirmenin yapılabilmesi mümkün olduğu halde, uyuşmazlığın esası hakkında salt bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmesi yerinde olmamıştır. Kaldı ki somut olayda davacının iş kazası öncesinde çalıştığı birim ve görevi konusunda da uyuşmazlık bulunmakta olup, bu uyuşmazlığın çözümü de mahkemece yapılmalıdır. Netice itibariyle, açıklanan maddi ve hukuki olgular nazara alınmadan ve davacının hukuki dinlenilme hakkını ihlal edecek biçimde, eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24.04.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi.