ramazanoglu-hukuk-danismanlik

İkrar, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan bir vakıanın, karşı taraf lehine olacak şekilde açıkça kabul edilmesi olup, hukuk yargılamasında önemli bir ispat aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada, ikrarın hukuki niteliği, çeşitleri ve sonuçları, Yargıtay kararları ışığında değerlendirilerek uygulamadaki yansımaları ortaya konulacaktır.

İkrar Kavramının Hukuki Dayanağı

İkrar, açıklayan tarafından hasmının karara bağlanmasını istediği hakkın veya hukuki durumun meydana gelmesine esas olan ve hasmınca ileri sürülen maddi olayların tümünün veya bir bölümünün doğru olduğunun bildirilmiş olması demektir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 09.11.1955 gün E:4-79 K:78; YHGK 25.06.1975 gün E.4/681 K.879 Sayılı İlamı). Bu kurum Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 188’de düzenlenmiş olup madde metni aşağıda verilmiştir.

İkrar
MADDE 188- (1) Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri
vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez.
(2) Maddi bir hatadan kaynaklanmadıkça ikrardan dönülemez.
(3) Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları bağlamaz.

İkrar türleri

İkrar, niteliğine göre dörde ayrılır;

Basit İkrar: Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıaya ilişkin olarak herhangi bir kayıt yahut şart içermeksizin yapılan kabul işlemidir. Bu tür ikrarlar, ayrıca ispatlanmaya ihtiyaç duymaz; çünkü burada ikrar, kesin delil niteliği taşımaktadır.

Vasıflı İkrar: Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın hukuki niteliğinin iddia edilenden farklı olduğu kaydı düşülerek kabul edilmesidir. Örneğin davalı, davacıdan 2500 TL aldığını ikrar eder ve fakat bu paranın ödün olarak verilmediğini, kendisine hibe edildiğini ekler. Bu durumda vasıflı ikrar bölünemeyeceği için davacı, söz konusu paranın ödünç olarak verildiğini ispat etmek zorundadır.

Bileşik İkrar: Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın gerçekleştiğinin kabul edilmesiyle birlikte bu vakıayı ortadan kaldırıcı bir başka sebep sunulmasıdır. Yani ileri sürülen vakanın doğruluğu kabul edilse de bu vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engelleyecek ya da onu hükümsüz kılacak mahiyette bir vakıa eklenmesidir. Bu ikrar türü ikiye ayrılır;

Bağlantılı Bileşik İkrar: İnkar edilen ve eklenen vakıa arasında bir bağlantının bulunduğu ikrar türüdür.

Bağlantısız Bileşik İkrar: İnkar edilen ve eklenen vakıa arasında bir bağlantının bulunmadığı ikrar türüdür.

İkrarın hukuki niteliği

Mahkeme içi ikrarın varlığı halinde ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli olmaktan çıkar. Dolayısıyla mahkeme içi ikrar kesin delil teşkil eder. Mahkeme dışı ikrar ise takdiri delil niteliğindedir.

Kesin delil, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür. (Hukuk Genel Kurulu’nun 2012/20-583E. , 2012/789K. Sayılı İlamı)

İkrarın hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi için karşı tarafın veya mahkemenin kabulüne gerek bulunmamaktadır.

Mahkeme içi ikrara ilişkin Yargıtay kararı:

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/282 E. , 2021/2334 K. Sayılı İlamı

“…Mahkeme içi ikrarın, taraflardan yada onların yetkili temsilcilerinden sadır olması ve ikrarın yargılama içinde, mahkemeye karşı yapılması gerekir. Mahkeme içi ikrar, mahkeme önünde sözlü olarak yapılabileceği gibi; bir dilekçe veya layiha ile de vakıa ikrar edilebilir. Mahkeme içi ikrar, bir kesin delildir. Önemle vurgulanmalıdır ki; bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, s:2045 ). Davayı kabulden söz edilebilmesi için, davalı tarafından mahkemeye yöneltilmiş bulunan tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanının mevcudiyeti gerekir. (Tanrıver, s. 221). Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir (Kuru, s. 3691). Bu yönü ile davayı kabul beyanı davadan feragatle benzerlik gösterirken, mahkeme huzurunda yapılan sulhlerden ayrılır. Zira mahkeme huzurunda yapılan sulh için tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarına ihtiyaç vardır.

Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının, kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (6100 s. HMK m. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davalının, davanın kabulüne ilişkin davayı kabul eden irade beyanının, kayıtsız, şartsız olmasının yanı sıra, açık ve tereddüte yer vermeyecek bir biçimde kesin olmalıdır. Zımni olarak davayı kabul de mümkün değildir (Kuru, 3692-3694).

Diğer taraftan, davalının kabule ilişkin irade beyanının davacının talep sonucunu konu alması gerekir. Davalı sözü edilen irade beyanı ile davacının dava dilekçesinin talep sonucu kısmına rıza gösterir. Davayı kabul davacının dava dilekçesinin talep sonucunun tamamına ilişkin olabileceği gibi, talep sonucunun bir kısmına ilişkin de olabilir (1086 s. HUMK m. 94/3, HMK m. 309/3)...”

Taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda ikrar mümkün iken re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda ikrar mümkün değildir. Örneğin re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalardan olan boşanma davalarında, zorunlu sigortalılığa dair hizmet tespiti davalarında, soybağı davalarında, kadastro davalarında, nüfus davalarında vs. tarafların ikrarı hakimi bağlamamaktadır

İkrardan dönme

Kural olarak ikrarda bulunan kişi ikrarıyla bağlıdır ve dönmesi mümkün değildir. Zira ikrar ile birlikte ispat yükü üzerine düşen taraf lehine usûli kazanılmış hak doğmaktadır.

Her ne kadar kural bu olsa da HMK m.188/2 gereği ikrarda bulunan taraf, maddi hata sonucunda yapmış olduğunu belirtirse ikrarından dönebilir. Maddi hata kaynaklı ikrardan dönme mahkeme içi ikrar için geçerlidir. Mahkeme dışı ikrardan maddi hata şartı aranmaksızın dönülebilir.

Kasten gerçeğe aykırı şekilde yapılan ikrardan dönülemeyeceği gibi ikrarın hüküm ve sonuçlarını bilmemek hali de ikrardan dönülebilmesi için gerekçe sayılmamaktadır. Yine ikrardan dönmek için maddi hatanın varlığı şarttır. Hukuki bir hataya dayanılarak ikrardan dönülemez.

Aynı şekilde ıslah yoluyla da ikrardan dönülemez.

İkrardan dönme gerek mahkemeye sunulmak üzere yazılı olarak, gerekse duruşma esnasında tutanağa geçirmek suretiyle sözlü olarak yapılabilir. Mahkemenin ikrardan dönmeye ilişkin kararı bir ara karar mahiyetinde olacaktır ve ancak esas hükümle kanun yolu başvurusuna konu edilebilir.

İkrarda bulunan kişinin, beyanından dönebilmesi için ikrarda bulunduğu olgunun gerçeği yansıtmadığını ve bu beyanın maddi bir hata sonucu verildiğini kanıtlaması gerekir.

Maddi hata, yemin delili dahil olmak üzere her türlü delille ispat edilebilir.

İkrardan dönülmesi, yani ikrarın geri alınması durumunda, ikrarın doğurduğu hukuki sonuçlar geçerliliğini yitirir ve ikrarın bağlayıcılığı ortadan kalkar. Bu durumda, ikrarla artık uyuşmazlık konusu olmaktan çıkan olgu yeniden çekişmeli hâle gelir. Böylece, ispat yükü kime aitse, söz konusu vakıayı yeniden delillerle kanıtlama sorumluluğu da ona geçer.

ikrarda ispat yükü

Gerek doktrinde gerek uygulamada ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3146 E.  ,  2021/1051 K. Sayılı İlamı)

Buna karşın özellikle bağlantılı bileşik ikrarın bölünüp bölünemeyeceği açısından farklı görüşler bulunmaktadır. Bu tip ikrarın bölünemeyeceğini ve dolayısıyla ikrar edenin ispat yükü altında olmadığını belirten görüşlerle birlikte bölünebileceğini ve ispat yükünün ikrar eden tarafta olabileceğini savunan görüşler de mevcuttur.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi  2016/10888 E.  ,  2018/7045 K. Sayılı İlamı

“Kural olarak havale bir ödeme vasıtası olduğundan bu dekonta dayalı olarak alacak isteminde bulunulması halinde ispat yükü davacı tarafa aittir. Davalının “düğün masrafı olarak verdiğim paranın iadesidir” şeklindeki savunması, bağlantısız bileşik ikrar değil, bağlantılı bileşik ikrar niteliğinde olup ispat yükünün yer değiştirmesine sebep olmaz. Bu durumda davacı taraf, davalı kayın validesine taşınmaz alması için para havale ettiği halde taşınmazı kendi üzerine aldığı iddiasını yasal delillerle ispat etmek zorundadır. Mahkemece, ispat yükü ters çevrilerek davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2016/13656 E.  ,  2019/3004 K. Sayılı İlamı

“...Bağlantılı bileşik ikrarda bulunan taraf, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıayı ikrar eder, fakat ikrarına bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ileri sürer. Bu durumda ikrarın bölünebileceği, dolayısıyla ispat yükünün davalıya düşeceği kabul edilmektedir…”

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2016/11904 E.  ,  2018/3734 K. Sayılı İlamı

“…davalı vekili, cevap dilekçesinde, dava konusu navlun alacağının banka aracılığıyla davacıya ödendiğini ve ödemelere ilişkin makbuzların mevcut olduğunu savunmuş, yargılama aşamasında ise ödemelerin davacının yükü teslim eden şoförlerine elden yapıldığını belirtmiştir. Buna göre, davalı, taraflar arasındaki taşıma sözleşmesini kabul etmiş ve dava konusu alacağı ödediğini savunarak ispat yükünü üzerine almıştır. Doktrinde davalının bu savunmasına “bağlantılı bileşik ikrar” denilmektedir. Bağlantılı bileşik ikrarda bulunan taraf, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıayı ikrar eder, fakat ikrarına bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ileri sürer. Bu durumda ikrarın bölünebileceği, dolayısıyla ispat yükünün davalıya düşeceği kabul edilmektedir. Bu itibarla, mahkemece, davalının taşıma sözleşmesini kabul ettiği ve dava konusu alacağın davacıya ödendiğini savunduğu, bu nedenle davacıya ödeme yapıldığına dair ispat yükünü üzerine aldığı, ancak dosya kapsamında davalının bu savunmasını ispatlayamadığı gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak ispat yükünü davacıya yükleyerek karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir…”

Yararlanılan Kaynaklar

ERGİNER, E. Mihai, İçtihatlar Ve Doktrin Görüşleri Işığında Bağlantılı Bileşik İkrarın Tecezzisi Meselesi, İzmir Barosu Dergisi, 2023

TANRIVER, Süha, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi

İlgili yazılarımız

Benzer Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir